19 Aralık 2020 Cumartesi

Tanrı Dağları kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman!



1970-80 arasında MHP Genel İdare Kurulu üyesi olan Nakşibendi eğitimci Arvasi'nin bir Batı-Hıristiyan kavramı olarak eleştirdiği 'biyolojik ırkçılık' yerine koyduğu kavram 'içtimai ırkçılık'tı.

AYŞE HÜR



1945 sonrası Batı Bloku ile kurulan ilişkiler yüzünden kimsede açık açık faşist tezleri destekleyecek cesaret kalmamıştı. Dolayısıyla ırkçı Türkçüler de söylem değiştirmişti. Artık ‘Turancılık’ yerine ‘milliyetçilik’; ‘Türk ırkı’ yerine ‘Türk milleti’, ‘Bozkurtlar’ yerine ‘milliyetçiler’ diyorlardı. Yeni tezlerini Millet, Orhun, Kopuz, Büyük Doğu, Hareket gibi yayın organları, Türk Gençlik Teşkilatı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği gibi örgütler aracılığıyla kitlelere yaymaya çalışıyorlardı.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra ortaya çıkan özgürlük atmosferinde sadece solcular değil, milliyetçiler ve dinciler de hızla örgütlenmeye başlamıştı. 1961’de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) ile isim babalığını Necip Fazıl Kısakürek’in yaptığı Anadolu Kulübü kuruldu. 1962’de kurulan Aydınlar Kulübü ve Türkçüler Derneği, 1964’te yerlerini Türkiye Milliyetçiler Derneği’ne bıraktı. 1970’lerde faaliyete geçen Milli Türk Talebe Birliği, Yeniden Milli Mücadele Derneği, Kültür Ocakları, Milli Gençlik Vakfı ve Ülkü Ocakları gibi örgütler, Türk-İslam Sentezcisi öğrencilerin bir araya geldikleri çatıları oluşturdu.
Ama bu alandaki en önemli oluşum Aydınlar Ocağı’ydı. İstanbul Üniversitesi hocalarından Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan gibi Türkçü ideologların öğrencisi olan ve doktorasını Selçuklu Sultanı Melikşah üzerine yapan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, öğretim üyelerine ve aydınlara hitap edecek bir oluşum arayışına girmiş; 1967 ve 1969’da 70’e yakın fikir adamını 1. ve 2. Milliyetçiler Kurultayı’nda buluşturmuştu.

Bu tarihten sonra bir yıl boyunca sürekli toplantılar yapan muhafazakâr aydınlar (aralarında Ali Fuat Başgil, Tahsin Banguoğlu, Kemal Ilıcak, Ahmet Kabaklı, Muharrem Ergin, Nureddin Topçu, Nihat Sami Banarlı vardı) sonunda Süleyman Yalçın’ın isim babalığını yaptığı Aydınlar Ocağı’nı kurdular.
Kuruluş için DP’nin iktidara gelişinin 20. yıldönümü olan 14 Mayıs 1970’i seçmişlerdi. Aynı tarihlerde faaliyette olan İlim Yayma Cemiyeti ile dirsek teması içinde, resmi ideoloji yapımında önemli roller üstlenecek olan Aydınlar Ocağı’nın kurucularından ve uzun yıllar yöneticilik yapan Süleyman Yalçın’a göre “Türk’ün en kısa tarifi, Türkçe konuşan Müslüman” şeklindeydi.





MÜSLÜMAN TÜRK

Sentezcilere göre ‘Türk Kültürü’ çok eski, dünya tarihinde önemli bir yeri ve gelenekleri olan, coğrafi açıdan yaygın bir kültürdü. Türkler, beyaz ırktan, insancıl, adil, hiçbir zaman kan dökmemiş, hoşgörülü, laik, zayıflara, yaşlılara, kadınlara, aileye ve orduya saygılıydı. Din ise ‘milleti millet yapan’ değerlerin en başta geleniydi. Din, Türk’ü kendisine yabancılaşmaktan ve Batı’ya benzemekten kurtaran en önemli öğeydi. İslamiyet adeta Türkler için indirilmiş bir dindi, çünkü İslam uygarlığıyla Türklerin İslamiyet öncesi kültürleri arasında büyük benzerlikler vardı. Bunlar, tektanrı inancı, ruhun ölümsüzlüğüne inanç, adalet duygusu, aile ve ahlakın önemiydi. Türkler de İslamiyet’e büyük ‘hizmetler’ yapmıştı. Bunlardan en önemlisi Haçlı Seferleri’ni durdurmalarıydı. Eğer bu olmasaydı İslamiyet yerine Hıristiyanlık ‘cihan’ hâkimi olurdu! Kısacası Türk İslam’a, İslam Türk’e çok şey borçluydu. Kendisine “Türkçü müsünüz İslamcı mı?” sorusunu yönelten gazetecilere “Tanrı Dağları kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanım” demesi bu tarihlerde mi emin değilim ama Tanrı Dağları’nın en yüksek tepesi 7.429 metre olan dev bir dağ silsilesi, Hira (Nur) Dağı’nın ise 281 metrelik bir tepecik olması, Türkeş’in sentez formülünde Türklük ve İslam’ın kapsadığı alanlara dair ipuçlarını veriyordu.


SEYYİD AHMET ARVASİ

Ancak 1970-80 arasında MHP Genel İdare Kurulu üyesi olan Ağrı-Doğubeyazıtlı Nakşibendi eğitimci Seyyid Ahmet ArvasiNe Türk, İslam’ın tezi ne de İslam, Türk’ün antitezidir. Dolayısıyla bir sentez oluşturmazlar” dedi ve ‘Türk-İslam Ülküsü’ adıyla yeni bir tarif yaptı. Arvasi’ye göre İslam dini ‘biyolojik ırk’ gerçeğini inkâr etmiyor, bir Batı-Hıristiyan kavramı olan ‘biyolojik ırkçılığı’ reddediyordu. Arvasi’nin biyolojik ırkçılığı reddederken yerine koyduğu kavram ‘bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin sınıf ve tabakaların soybirliği şuuru demek olan içtimai ırkçılık’ idi. Arvasi’ye göre kimse biyolojik verasetini tayin iradesine sahip değildi ama içtimai ırk tercihe açıktı ve ‘adeta Allah’ın bir ayeti olan’ bu görüş en veciz şekilde Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm diyene” sözüyle ifade edilmişti!


1970-1980 arasında Türk-İslam Ülküsü’nün sokağa yansıması çok kanlı oldu. Alparslan Türkeş’in liderliğini yaptığı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’ne (MSP) oy vermiş olan kitlenin bir bölümünün MHP’ye yönelmesini sağlamak için ünlü ‘3K’ (Kızılbaş-Kürt-Komünist) formülünü ustaca parti söylemine dahil etmişti. Militanları hareketlendirmek, kitleleri etkilemek için Türkçülükten çok İslamcılık söylemleri kullanılıyordu.

Nitekim, 1973 seçimlerinde yüzde 11,8 oranında oy alan MSP, Haziran 1977’de 8,6’ya gerilerken MHP oyunu 3,4’ten 6,4’e yükseltti.
Bu oy artışı MHP’yi yeni bir stratejiyi uygulamak konusunda cesaretlendirdi. Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadığı, sanayileşmesi gecikmiş Orta ve Doğu Anadolu bölgelerinde Türk-İslam Sentezcisi çevrelerin önderliğinde yaratılacak ‘iç savaş’ koşulları gerekçesiyle ordu ve MHP’nin içinde olduğu bir iktidar bloku oluşturma çalışmaları başladı. Partinin yan kuruluşu Ülkü Ocakları vasıtasıyla hayata geçirilen stratejinin acı meyveleri, Malatya, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum katliamları oldu.




12 EYLÜL DARBESİ...

1980 darbesi sonrasında olağanüstü koşulların yaşandığı bir dönemde, yitirilen toplumsal düzenin yeniden sağlanacağı, birliğin ve bütünlüğün ilelebet korunacağı vaadini örgütleyerek darbecilerin ideolojik ufkunu yine Türk-İslam Sentezi çizdi. Kurumlar adına öneri yapılmasının yasak olduğu günlerde Aydınlar Ocağı, iki genel başkanı Süleyman Yalçın ve Salih Tuğ’un imzalarıyla iki anayasa taslağını Milli Güvenlik Konseyi’ne gönderebildi. Anayasa Komisyonu üyeleri Şener Akyol ve Yılmaz Altuğ ‘Ocak’ üyesi, Başkan Orhan Aldıkaçtı ise ‘Ocağa’ yakın bir şahsiyetti.

Aydınlar Ocağı bununla da kalmadı, 1981 yılının mayıs ayında ‘Eğitim ve Din Eğitimi Semineri’ düzenledi. Din eğitiminin zorunlu kılınması Aydınlar Ocağı’nın tavsiyeleriyle oldu. Nitekim Süleyman Yalçın, Yeni Gündem dergisinde ortaya çıkan anayasayı şöyle tarif etmişti: “Bizim hukukçu, tarihçi, sosyolog arkadaşlarla çalışarak oluşturduğumuz taslağın içindekilerle Konsey’in bugün kabul ettikleri yüzde 75-80 aynıdır.”


DEVLET BELGELERİNDE ‘SENTEZ’

1983 yılında Türk-İslam Sentezi, Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) Milli Kültür Özel İhtisas Komisyonu Raporu şeklinde, V. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ek belgesi oldu. Darbe sonrasında kurulan Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) Türk-İslam Sentezi’nin en önemli ideoloji üretim merkezi oldu. Yedi kişilik yönetim kurulunun cumhurbaşkanı tarafından atanan dört üyesi Prof. Dr. Reşat Kaynar, Prof. Dr. Hamza Eroğlu, Prof. Dr. Şükrü Elçin ve A. Vefik Kitapçıgil, Türk-İslam Sentezciydi.
Kurumun 20 Haziran 1986 tarihli 10. oturumunda sunulan raporda Türk-İslam Sentezi’nin temel düsturları tek tek ele alınmıştı. ‘Soydaşlar’, ‘Dış Türkler’, ‘Pan Turancılık’, ‘Türklerin İslamiyet’e hizmetleri’ gibi kavramlar bu tarihten sonra daha sık kullanılmaya başladı.


FETHULLAH GÜLEN'İN TÜRKÇÜLÜĞÜ

TSK’ya tüm sevgi ve saygısına rağmen 28 Şubat 1997 darbesinden sonra ABD’ye gitmek zorunda kalan Fethullah Gülen, Türk-İslam Sentezi’nin son büyük temsilcisi oldu. “Benim tasavvurumda bizler milli köklerimizin yeni sürgünleriyiz” diyen Fethullah Gülen, ‘millet’ kelimesinin önüne ‘Türk’ kelimesini koymaktan çoğu kez kaçındı ama Türk kültürünün köklerinin bulunduğu Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri (onun deyişiyle) ‘Türkî dünyalar’ söz konusu olduğunda perhizi bozdu. ‘Kana ve ırka dayalı’ gruplaşmaların millet için tehlikeli ve dış kaynaklı olduğunu söyleyen, ırk meselesinin gelecekte önemsiz olacağına inanan Gülen, yeri geldiğinde ‘safkan 10 milyon Türk’, ‘özbeöz saf Türk’ demekten kaçınmadı. Çünkü Gülen düşüncesinde Türklük, İslam ve Müslümanlığın kimliksel ve etnik yanını tamamlama işlevini yerine getiriyordu.

Gülen’e göre ilk bakışta ‘Türkiye Müslümanlığı’ gibi bir kavram, İslam’ın evrenselliğiyle çelişir gibi görülebilirdi ancak ‘İslamiyet’in tarih içinde şekillenen sosyolojik bir realite olarak Türklerin İslamiyet’e (içeriğine ve yayılmasına) yaptıkları katkılar göz ardı’ edilemezdi. Ona göre Türklerin Müslümanlığı benimsemesinden sonra zaten ‘nezih’ olan kültürlerini İslam’ın evrensel ilke ve değerleriyle bir üst düzeye çıkarmalarının sonucu ortaya ‘Türkiye Müslümanlığı’ çıkmıştı.

Günümüzde ‘Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’ formülasyonunun Türklük ayağı yerinde kalmakla birlikte Müslümanlık ayağı belirgin şekilde güçlenmiş görünüyor. Güçlenmenin sürmesi halinde, Türk-İslam Sentezi/Ülküsü’nün adının değişmesi kaçınılmaz. Yeni dönemin yeni ideolojisinin adını merakla bekliyorum.



MALATYA, SİVAS, KAHRAMANMARAŞ VE ÇORUM'DA NELER OLDU?


“Tanrı Dağları kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” ideolojisinin siyasi platformu Alparslan Türkeş’in MHP’si oldu. 3K’yı (Kızılbaş-Kürt-Komünist) etkisizleştirme stratejisi ilk olarak Malatya’da uygulanmaya başladı. Cumhuriyet tarihi boyunca hep CHP’li belediye başkanlarıyla idare edilen Malatya’da, 1977 Aralık’ında yapılan seçimlerde sağ eğilimli bağımsız aday ‘Hamido’ lakaplı Hamit Fendoğlu belediye başkanı seçilmişti. O yıllarda Fırat Nehri üzerine kurulan Keban ve Karakaya barajları yüzünden yerlerinden edilen binlerce kişi Malatya’nın varoşlarına yerleşmişti. İslamcı, milliyetçi, solcu örgütlerin eylemleriyle ortamın iyice gerginleştiği günlerde Malatya’nın çeşitli yerlerinde 17 bomba bulunmuştu. Fendoğlu 7 Nisan 1978’de kendisine gönderilen bombalı paketi 14 Nisan’da aldığı halde işlerinin yoğunluğu yüzünden ancak ayın 17’sinde açmış, patlayan bomba ‘Hamido’yla birlikte iki torunu ve gelininin de ölümüne sebep olmuştu. Nihayet beklenen hareketlilik sağlanmıştı. 18 Nisan sabahı çevre il ve ilçelerden Malatya’ya akın eden 20 bin kişi Malatya sokaklarında ‘Dan dan, intikam!’, ‘Müslüman Türkiye!’, ‘Kahrolsun komünizm!’, ‘Katil Ecevit!’ sloganlarıyla şehri talan etti. 19-20 Nisan günlerinde devam eden çatışmalar sonucunda sekiz kişi öldü, 100 kişi yaralandı.


SİVAS OLAYLARI (KATLİAMI)


Bunu Sivas olayları izledi. 3 Eylül 1978 günü, Alevilerin oturduğu Alibaba Mahallesi’nde çıkan bir çocuk kavgası sırasında kendilerine ‘Ülkücü Gençler’ diyen bir grup tarafından iki kadının öldürülmesiyle başlayan olaylar, ertesi sabah farklı camilerde kılınan bayram namazları esnasında ‘Komünistler, Kızılbaşlar kardeşlerimizi öldürdü’, ‘Müslüman yok mu?’, ‘Allahını seven bizimle gelsin!’, ‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’ sloganlarıyla tırmandı. Bilanço dokuz ölü, 350 yaralı idi.

1978 Maraş Katliamı



KAHRAMANMARAŞ KATLİAMI
 
Ama daha korkuncu yoldaydı. ‘Alevi yurdu’ diye bilinen Kahramanmaraş’ta, 3 Nisan 1978’de ülkücü gençler tarafından öldürülen Alevi dedesi Sabri Özkan’ın cenaze töreninden beri süren gerginlik aralık ayında zirveye ulaş(tırıl)mıştı.
‘Görevli’ olduklarını söyleyen birtakım kişiler, Alevilerin ve solcuların oturdukları semtlerde, bir tür nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek konutları dolaşmışlar, yeni numaralar verdikleri kapıları kırmızı boyayla işaretlemişlerdi. Bazı bölgelerde ise PTT görevlisi olduklarını söyleyen kişiler kapılara işaret koymuşlardı. Müftü de resmi araçla şehri dolaşıp kışkırtıcı konuşmalar yapmıştı.
19 Aralık gecesi, ‘Esir Türkler Haftası’ vesilesiyle Ülkü Ocakları tarafından tüm Türkiye’de eşzamanlı gösterilen Sovyetler Birliği aleyhtarı ‘Güneş Ne Zaman Doğacak?’ adlı filmin gösterimi sırasında Kahramanmaraş’taki Çiçek Sineması’na düşük tesirli bir bomba atıldı. Bir grup ülkücü ‘Müslüman Türkiye!’ sloganlarıyla CHP İl Binası’na saldırdı. 20 Aralık’ta Yenimahalle’de Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi’ne bomba atıldı.
21 Aralık’ta öldürülen iki solcu öğretmenin cenaze töreninden sonra yürüyüşe geçen grup, karşılarında ‘Komünistler geliyor! Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor!’, ‘Ordu bizimle beraber!’, ‘Neden duruyorsunuz, sizde din iman yok mu? Din elden gidiyor!’, ‘Yürüyün, komünistleri öldürelim!’, ‘Alevilere ölüm!’, ‘Yaşasın Türkeş!’ diye bağıran 10 bin kişilik ülkücü grubu bulmuştu. Belediye hoparlöründen yapılan anonsla saldırı başlarken MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Ankara’da İKA haber ajansına şöyle diyordu: “Hükümetin düşmesi belki yarın, belki yarından da yakındır.”
Sonunda olan oldu. 23-24 Aralık 1978 günleri, baltalı, palalı saldırganlar tarafından, resmi rakamlara göre ölü sayısı 111, gayri resmi kaynaklara göre bunun en az iki katı insan (çoğu Alevi), balta ve bıçaklarla doğranarak, işkence edilerek, yakılarak katledildi. Çok sayıda kadına tecavüz edildi, göğüsleri kesildi. 552 ev ve 289 işyeri tahrip edildi.


ÇORUM OLAYLARI (KATLİAMI)


Tedavi gördüğü kanser hastalığı yüzünden ölmesi an meselesi olan MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın bilinmeyen kişilerce 27 Mayıs 1980 günü Ankara’da öldürülmesiyle doğan gerilimin hasadı Çorum’da yapıldı. Bu sefer iktidarda Süleyman Demirel’in çoğunluk hükümeti vardı. Haziran ayı boyunca Çorum kent merkezinde ve çevre köylerde gerginlik tırmandırıldı. 4 Temmuz 1980 Cuma günü “Komünistler Alaaddin Camii’ne bomba attılar” söylentisinin yayılması ve bunun TRT’nin 19.00 bülteninde yer almasıyla başlayan saldırıda saldırganlar ‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’, ‘Kana kan, intikam’, ‘Müslüman Türkiye’ sloganları atıyorlardı. Bilanço, çoğu Alevi 50’den fazla ölü 100 civarında yaralıydı. 100’den fazla işyeri de tahrip edilmişti.

1977’de bir yandan solcu militanların, bir yandan devlet destekli ülkücü gençlerin rol aldığı siyasi içerikli şiddet olaylarında 231 kişi ölürken bu sayı 1978’de 832’ye, Aralık 1978 ile Eylül 1979 arasında 898’e ve bu tarihten 1980 yılının eylül ayına kadar 2.812’ye çıkmıştı.
Son dönemlerde günde ortalama 20 kişi hayatını kaybediyor, bunun birkaç katı insan yaralanıyordu. Öldürülenler arasında ünlü gazeteciler, bilim adamları, sendikacılar, eski başbakanlar vardı. Ülke yangın yerine dönmüştü. İşte bu ortamda 12 Eylül darbesi oldu.
Sıra yıllardır itinayla pişirilen bu acı yemeği sağcısıyla-solcusuyla tüm Türkiye’ye yedirmeye gelmişti... [Radikal Gazetesi, 17 Şubat 2013]



Özet Kaynakça: Etienne Copeaux, Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998; Bozkurt Güvenç ve diğerleri, Türk-İslam Sentezi, Sarmal Yayınları, 1994; İbrahim Kafesoğlu, Türk-İslam Sentezi, Aydınlar Ocağı Yayınları, 1985, S. Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü, 3 cilt, Ocak Yayınları, 1982; H. Nedim Şahhüseyinoğlu, Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar, İtalik Yayınları, 1999; Ülkücü Komando Kampları/AP Hükümetinin 1970’te Hazırlattığı MHP Raporu, Kaynak Yayınları, 1997.



* * *



Yalçın Ergündoğan
 X: @Y_Ergundogan    Threads:  @Yergundogan
Mastodon:  @Yergundogan    E-Posta: yalcin.ergundogan@gmail.com


_________________________________







Henüz ağıtı yakılmamış 1978 MARAŞ KATLİAMI...


Kahramanmaraş'ta ülkücülerin yönlendirdiği kitleler daha önceden tespit edilen evlere saldırıya geçti. Saldırganlar, resmi rakamlara göre çoğu Alevi 111, gayri resmi kaynaklara göre 150 kadar kişiyi korkunç şekilde öldürmüş, yüzlerce kişiyi ağır şekilde yaralamış, çok sayıda kadına tecavüz etmiş, yüzlerce ev ve işyerini tahrip etmişlerdi...

Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta olanları anlamlandırabilmek için epey geriye gitmek gerekir. Ben de öyle yapacağım.

AYŞE HÜR




1945 sonrası Batı Bloku ile kurulan ilişkiler yüzünden kimsede açık açık faşist tezleri destekleyecek cesaret kalmamıştı. Dolayısıyla ırkçı Türkçüler de söylem değiştirmişti. Artık ‘Turancılık’ yerine ‘milliyetçilik’; ‘Türk ırkı’ yerine ‘Türk milleti’, 'Bozkurtlar’ yerine ‘milliyetçiler’ diyorlardı. 1960’larda milliyetçi söyleme dini söylem dahil edilmeye başlandı. 1970’lere gelindiğinde Milli Türk Talebe Birliği, Yeniden Milli Mücadele Derneği, Kültür Ocakları, Milli Gençlik Vakfı, Ülkü Ocakları ve nihayet Aydınlar Ocağı gibi örgütler Türk-İslam Sentezi’ni formüle ederken, 27 Mayıs 1960 darbesinin ünlü albayı Alparslan Türkeş’in liderliğini yaptığı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) idi. (Türk-İslam Sentezi için TIKLAYINIZ: Tanrı Dağları kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman!)


 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Alparslan Türkeş ve Cemal Gürsel

1968-1971 arası ülkede basının sağ-sol çatışması diye kodladığı şiddet olayları ile geçti. 12 Mart 1971 Muhtırası, sağ-sol çatışmasının ordu içinde de olduğunu gösteriyordu. 1973 seçimlerine yeni Genel Başkanı
Bülent Ecevit’in liderliğinde giren CHP 185 milletvekili ile birinci parti olurken, Süleyman Demirel’in AP’si 149, Necmettin Erbakan’ın MSP’si 49, Ferruh Bozbeyli’nin DP’si 45, Turhan Feyzioğlu’nun CGP’si 13, Mustafa Timisi’nin BP’si 1 milletvekili çıkarmıştı. Ancak CHP’nin milletvekili sayısı tek başına hükümet kurmaya yetmediği için Ecevit ancak Ocak 1974’te MSP ile kurulan koalisyonda başbakan oldu. Ama bu hükümetin ömrü 8 ay oldu. Yerine AP-MSP-MHP-CGP’den oluşan I. Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti kuruldu. MHP’NİN 3 K STRATEJİSİ Alparslan Türkeş, MSP’ye oy vermiş olan kitlenin en azından bir bölümünün MHP’ye yönelmesini sağlamak için ünlü ‘3K’ (Kızılbaş-Kürt-Komünist) söylemini formüle etti. Böylece, artık militanları hareketlendirmek, kitleleri etkilemek için Türkçülükten çok İslamcılık söylemleri kullanılmaya başladı. 1975 yılının Şubat ayında Malatya, Kahramanmaraş, Amasya, Adıyaman, Bingöl, Tokat ve Afyon’da kendine ‘milliyetçi gençler’ diyenler tarafından cana ve mala yönelik saldırılar yaşandı. Haziran ayında Kahramanmaraş’ta Yılmaz Güney’in Zavallılar adlı filmini oynatan sinema patlayıcılı maddelerle saldırıya uğradı.
1976 yılının Ocak ayında bu sefer Kahramanmaraş’ın ilçesi Pazarcık’ta silahlar patlıyordu. TÖB-DER Başkanı Mustafa Yıldız ve yardımcısı İlhan Ocak'ın Ülkü-1 lokaline dinamit attığı iddiasının ardından gazetelere göre 6 bin kişinin katıldığı çatışmalarda 1 kişi ölmüş, 15 kişi ağır yaralanmıştı. Mayıs ayında Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde, ‘sağcı öğrenciler’, Mükremin Halil Lisesi’nin bahçesinde kız öğrencilerin 19 Mayıs provalarını basmışlardı. Nisan 1977’de Pazarcık tekrar karıştı. Sağ ve sol eğilimli kişilerin çatışmasında 40 kişi yaralandı.
Mayıs'ta Kahramanmaraş’taki MHP’liler polisle çatıştı. 3’ü polis 20 kişi yaralandı. Ve nihayet 5 Haziran 1977 günü halk oyunu vermek için sandıklara gitti. ECEVİT’İN ‘MOTEL HÜKÜMETİ’ Türkiye genelinde 1973 seçimlerinde yüzde 33,3 oy alan CHP, oyunu yüzde 41,1’e çıkarırken, AP’nin oyları yüzde 30’dan yüzde 36,9’a, MHP’nin oyları yüzde 3,4’ten 6,4’e çıkmıştı. Buna karşılık MSP yüzde 11,8’dan yüzde 8,6’ya gerilemişti.
Kahramanmaraş’ta ise Alevilerin desteklediği CHP yüzde 34 ile 3 milletvekili, Sünnilerin desteklediği AP yüzde 26 ile 2 milletvekili, MSP yüzde 15 ile 1 milletvekili, MHP yüzde 15 ile 1 milletvekili çıkarmıştı. Oyların kalanı bağımsızlara ve DP’ye gitmişti.
Rahşan ve Bülent Ecevit çifti bir mitingde

Ecevit oy oranını artırmakla birlikte o zamanki seçim sistemine (nisbi seçim sistemi) göre milletvekili sayısında çoğunluğu kazanamadığı için azınlık hükümeti kurmaya çalıştı, ancak güvenoyu alamadı. Bunun üzerine Süleyman Demirel’in başbakanlığında II. Milliyetçi (MC) Cephe Hükümeti kuruldu. Koalisyon ortağı MHP, seçimlerdeki oy artışının verdiği cesaretle Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadığı, sanayileşmesi gecikmiş Orta ve Doğu Anadolu bölgelerinde Türk-İslam sentezcisi çevrelerin önderliğinde yaratılacak ‘iç savaş’ koşulları gerekçesiyle ordu, MİT ve MHP’nin içinde olduğu bir iktidar bloğu oluşturma çalışmaları başlamıştı ki Ecevit, "Kumar borcu olmayan 11 milletvekili arıyorum" dedi ve AP’den ayrılan 11 milletvekiline ek olarak DP ve CGP’nin de desteğini de alarak II. MC Hükümeti’ni düşürdü. 5 Ocak 1978’de 3. Ecevit Hükümeti kurulduğunda (kuruluş pazarlıkları Güneş Moteli’nde yapıldığı için tarihe ‘Motel Hükümeti’ diye geçecekti) ülkedeki (basının ve iktidarın terminolojisi ile) ’sağ-sol kavgası', yeni bir merhaleye girdi.
MALATYA’DA HAMİDO SUIKASTI Seçimlerin üzerinden henüz bir yıl geçmişti ki, Malatya’da kanlı bir olay yaşandı. Cumhuriyet tarihi boyunca hep CHP’li belediye başkanlarıyla idare edilen Malatya’da, 1977 yılının Aralık ayında yapılan seçimlerde sağ eğilimli bağımsız aday ‘Hamido’ lakaplı Hamid Fendoğlu belediye başkanı seçilmişti.
O yıllarda Fırat Nehri üzerine kurulan Keban ve Karakaya barajları yüzünden yerlerinden edilen binlerce kişi Malatya’nın varoşlarına yerleşmişti. İslamcı, milliyetçi, solcu örgütlerin eylemleriyle ortamın iyice gerginleştiği günlerde Malatya’nın çeşitli yerlerinde 17 bomba bulunmuştu. (Şehrin o sıradaki Emniyet Müdürü, ileriki yıllarda sağcı hükümetlerde içişleri bakanlığı yapacak olan Abdülkadir Aksu idi) Hamid Fendoğlu, 7 Nisan 1978’de Malatya’daki adresine gönderilen bombalı paketi o sırada Ankara’da olduğu için 1-2 hafta sonra almış, üzerinde arkadaşı eski Bursa Milletvekili Kasım Önadım’ın adı olduğu için hiç kuşkulanmamış, Belediye’de açmak istemiş, ancak bıçak bulamayınca evine götürmüştü. Biri iki, diğeri üç yaşındaki torunlarını kucağına alarak paketi açmış ve olanlar olmuştu. Patlayan bomba ‘Hamido’yla birlikte iki torunu ve gelininin de ölümüne sebep olmuştu. Haberin duyulması üzerine 18 Nisan sabahı çevre il ve ilçelerden Malatya’ya akın eden 20 bin kişi Malatya sokaklarında ‘Dan dan, intikam!’, ‘Müslüman Türkiye!’, ‘Kahrolsun komünizm!’, ‘Katil Ecevit!’ sloganlarıyla şehri talan etti.
19-20 Nisan günlerinde devam eden çatışmalar sonucunda sekiz kişi öldü, 100 kişi yaralandı.


Hamid Fendoğlu suikastından sonra

PATLAMAYAN ÜÇ BOMBA DAHA
Daha sonra öğrenildi ki, Hamid Fendoğlu'na gönderilen bombalı paketin tıpatıp aynısından (1 kilo 350’şer gramlık, tıpatıp aynı ambalajlı) üç tane daha, 7 Nisan 1978 günü Ankara’dan postaya verilmişti.
Alıcılardan biri Pazarcık CHP İlçe Başkanı Memiş Özdal, diğeri Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı Abdülkadir Oltu ve Adanalı işadamı Ahmet Akalın’dı. Alevi olan Memiş Özdal, şüphelenip paketi almamış ancak onun kadar kuşkucu olmayan PTT memurları paketi açmaya kalkınca, biri parçalanarak ölmüş, diğeri ağır yaralanmıştı. Diğer iki pakete, alıcılarına ulaşmadan İçişleri Bakanlığı tarafından el konulmuştu. Paketlerin bomba olduğu anlaşılınca imha edilmişti. Polis, bombanın niteliğinden hareketle bu tür bombaların ancak nükleer bir kuruluşta yapılabileceği sonucuna varmış ve Ankara Nükleer Araştırma Merkezi’nde arama yapmıştı. Ülkü Ocakları’nın bir dönem genel başkanlığını yapan Muharrem Şemsek bu merkezde çalışıyordu. Ayrıca çalışanların büyük bir bölümünün Ülkücü olduğu söyleniyordu. Ancak yapılan soruşturma sonunda Şemsek ve arkadaşlarının bombalı paketlerle ilişkisi bulunamadı. Bomba soruşturması sürerken Başbakan Ecevit, bombaların Ülkü Ocakları'yla ilişkisinden söz etti. Bunun üzerine Türkeş, “Hükümet MHP’ye yönelik iftiralarını yoğunlaştırarak ve milliyetçilere işkence ederek, canavar POL-DER üyesi işkenceci polisler hakkında hükümetin yasal yollardan hesap sormasını istemiş. Bu muameleler sürdüğü takdirde, Erzurum ve Kahramanmaraş’ta da bu tür olayların çıkacağını belirterek gelecek hakkında tahminde bulunma sayılmamalıdır” dedi.
KAHRAMANMARAŞ’TA ETKO Gerçekten de kısa süre sonra, büyük bir Alevi nüfusu barındıran dolayısıyla Alevi-Sünni gerilimi açısından uygun zemine sahip, ayrıca Türkiye’nin pekçok yerinde olduğu gibi TÖB-DER, POL-DER, DHB, TKP/ML-DHB, DEV-SAVAŞ gibi sol eğilimli örgütlerin mensuplarıyla Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) mensupları arasında gerilimlerin de sıkça yaşandığı Kahramanmaraş’ta olaylar tırmanmaya başladı. 3 Nisan günü Yörükselim Mahallesi’nde CHP'lilerin gittiği Saray Kahvehanesi’ne iki otomobilden önce patlayıcı madde atıldı, arkasından otomatik silahlarla tarandı. Kahvede televizyon izleyen 81 yaşındaki Alevi Dedesi Sabri Özkan (Gıjık Dede) öldü. Ardından şehirde bir dizi patlama yaşandı. İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Kahramanmaraş’ta Esir Türkleri Kurtarma Ordusu (ETKO) ve Türk Yıldırım Komandları (TYK) iki örgütün ortaya çıkarıldığını ilan etti. Ardından Kahramanmaraş’taki Büyük Ülkü Derneği kapatıldı. 22 Nisan 1978 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir habere göre bir Emniyet yetkilisi “Yapılan soruşturma kentte meyana gelen patlamaların bir provokasyon olduğunu ortaya çıkarmıştır. Komandolar özellikle kendi kuruluşları olan derneklere bombayı atıyor, sonra da suçu solcu gruplara yüklemek istiyorlar” diyordu. Nitekim tutuklananlar arasında MHP Kahramanmaraş Milletvekili Yusuf Özbaş’ın oğlu Edip Özbaş da vardı. SİVAS OLAYLARI (KATLİAMI) Aradan dört ay geçmişti ki, 3 Eylül 1978 günü, Sivas’ta Alevilerin oturduğu Alibaba Mahallesi'nde çıkan bir çocuk kavgası sırasında kendilerine Ülkücü Gençler diyen bir grup tarafından iki kadının öldürülmesiyle başlayan olaylar, ertesi sabah farklı camilerde kılınan bayram namazları esnasında ‘Komünistler, Kızılbaşlar kardeşlerimizi öldürdü’, ‘Müslüman yok mu?’, ‘Allah’ını seven bizimle gelsin!’, ‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’ sloganları ile tırmandı. Bilanço dokuz ölü, 350 yaralı, binlerce tahrip edilmiş ev ve işyeri idi.
   4 Eylül 1978 günü Sivas

KAHRAMANMARAŞ’TA BİR AMERİKALI Aradan üç ay daha geçti. 1978 yılının Aralık ayı boyunca Kahramanmaraş’ta grup grup yabancılar boy göstermeye başladı. ‘Görevli’ olduklarını söyleyen birtakım kişiler, Alevilerin ve solcuların oturdukları semtlerde, bir tür nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek konutları dolaşmışlar, yeni numaralar verdikleri kapıları kırmızı boyayla işaretlemişlerdi. Bazı bölgelerde ise PTT görevlisi olduklarını söyleyen kişiler kapılara bazı işaretler koymuşlardı. Dikkat çeken bir başka nokta da aynı günlerde şehre, alışılmadık sayıda Milli Piyango satıcısının akın etmesiydi. (İddialara göre sayı 26 idi.) Ama daha da ilginci yıllar sonra ortaya çıkacaktı. ABD büyükelçiliği’nin İkinci Katibi Alexander Peck o sıralarda Kahramanmaraş’taydı. (Peck, daha sonra Çorum, Tokat ve Amasya’da da görülecek, ondan sonra da izini kaybettirecekti.) ÇİÇEK SİNEMASI’NDA PATLAMA
16 Aralık 1978 günü, ‘Esir Türkler Haftası’ vesilesiyle Ülkücü Gençlik Derneği tarafından tüm Türkiye’de eşzamanlı gösterilen Sovyetler Birliği aleyhtarı Güneş Ne Zaman Doğacak? adlı filmin Çiçek Sineması’nda gösterimine başlandı. Sinema şehrin önemli dört caddesinin kesiştiği noktadaydı. Kahramanmaraş’ta en popüler filmler bile günde iki seanstan fazla gösterilmezken, bu amatör film günde dört seans kapalı gişe oynuyordu. Dış mahallelerden, civar köylerden traktörlerle izleyici taşınıyordu. 19 Aralık günü, 20.00’deki seans sırasında seyircilerin ‘Müslüman Türkiye’, ‘Milliyetçi Türkiye’, ‘Başbuğ Türkeş’, ‘Komünistler Moskova’ya’ sloganları eşliğinde filmin gösterimi sürerken büyük bir patlama oldu, yedi kişi yaralandı. İKİ SOLCU ÖĞRETMENİN CENAZESİ Patlamadan sonra bir grup Ülkücü CHP İl Binası’na ve PTT’ye saldırdı. 20 Aralık’ta Yenimahalle’de Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi’ne bomba atıldı. 21 Aralık’ta iki solcu öğretmen öldürüldü. Öğretmenlerin 22 Aralık’taki cenaze töreninden sonra yürüyüşe geçen binlerce kişilik grup karşılarında ‘Komünistlerin cenaze namazı kılınmaz’, ‘Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor’, ‘Neden duruyorsunuz, sizde din iman yok mu? Din elden gidiyor!’, ‘Alevilere ölüm’diye bağıran Ülkücü grubu bulmuştu. Üç Ülkücünün öldüğü olaylar devam ederken MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş Ankara’da İka Haber Ajansı’na şöyle diyordu: “Hükümetin düşmesi belki yarın belki yarından da yakındır.KATLİAM BAŞLIYOR... Ertesi gün ölen üç Ülkücü’nün cenaze töreni için belediye ve camilerin hopörlerlerinden yapılan çağrılarla binlerce kişi Ulu Cami etrafında toplanmaya başlayınca Valilik sokağa çıkma yasağı koydu. Ancak, 23 Aralık günü, Ülkücülerin yönlendirdiği kitleler Yörükselim, Madaralı, Serintepe, Yusuflar, Dumlupınar, Yenimahalle ve Sakarya mahalleleri ve şehrin ticaret merkezinde; 24 Aralık günü, Sakarya ve Namık Kemal mahallelerinde, (ayrıca Çokyaşar, Cüceli, Karacasu, Emiruşağı köylerinde) daha önceden tespit edilen evlere saldırıya geçtiler. (Daha sonra mahkeme kayıtlarına geçtiğine göre MHP, ÜGD, Katil Ecevit' ve üç hilal yazılı olan işyerlerine dokunulmamıştı.)

Askerler, “Kışla’ya saldırı oldu. Kışla’yı Aleviler bastı” şeklinde telsiz çağrısıyla olay yerlerinden uzaklaştırılmışlardı. Olayın ikinci günü kente gelen ve eylemcilere müdahale edilmesini isteyen İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’ya 2. Ordu Komutanı İbrahim Şenocak, “Paşam, sizi severim ve sayarım ama emirleri Ankara’dan alırım” demişti. 

Saldırganlar, dinamit lokumları, av tüfekleri, uzun namlulu silahlar, tabancalar, tahtalar, baltalar, balyozlar, zincirler, demir sopalar, tahta sopalar, kürekler, et satırları, benzin ve gaz bidonları ile resmi rakamlara göre çoğu Alevi 111, gayri resmikaynaklara göre 150 kadar kişiyi korkunç şekilde öldürmüş, yüzlerce kişiyi ağır şekilde yaralamış, çok sayıda kadına tecavüz etmiş, yüzlerce ev ve işyerini tahrip etmişlerdi.
ALEVİLER ŞEHRİ TERK EDİYOR

26 Aralık 1978 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şehrin manzarası şöyle çiziliyordu: “Kahramanmaraş’tan Gaziantep’e ve Adana yönlerine traktörler, kamyonlar, taksi ve minibüslerle büyük bir insan akımı vardı. Askerler, akımın 24 saatten beri devam ettiğini söylüyorlardı… Kardeşlerini, bacılarını, anne babalarını kaybetme endişesi taşıyan insanların oluşturduğu bir başka akım, çeşitli yönlerden Maraş yönüne
Vilayet binasının ikinci katı kadın ve çocukların oluşturduğu büyük bir kalabalıkla doluydu. Kiminin evi yanmıştı, kimi can güvenliği olmadığı için sığınmıştı vilayete. Ve çocuklar ağlıyordu. Üç gündür açtı bu çocuklar. Bu kalabalığın arasına katılan gazeteciler sık sık ağlamaklı sesli insanlardan şu sözleri dinliyorlardı: ‘Biz de kapımıza MHP’li yazsaydık bunlar başımıza gelmezdi. Suçumuz onlar gibi düşünmememizdi. Bu bir çatışma değil, tek yanlı bir katliamdır… SIKIYÖNETİM VE İPEKÇİ CİNAYETİ 28 Aralık 1978 tarihli Günaydın gazetesinde ise şu başlık okunuyordu: "Demirel keyifli. Yeniden başbakan olma umudu Demirel'i sevindirdi.” Demirel o kadar sevinmişti ki, olaydan 25 yıl sonra Reha Mağden’in haberinden öğreneceğimiz gibi “katliam gecesini dansöz oynatarak” geçirmişti. Ecevit Hükümeti, 28 Aralık 1978 gününden itibaren Adana, Ankara, Elazığ, Bingöl, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kahramanmaraş, Kars, Malatya, Sivas, Urfa ve Hatay illerinde sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetim kararı TBMM’de 537 üyenin kabul, birer üyenin ret ve çekimser oyuyla kabul edilmişti. 2 Ocak 1979’da İç İşleri Bakanı İrfan Özaydınlı istifa etti yerine Hasan Fehmi Güneş geldi. Katliamın Kontrgerilla adlı CIA bağlantılı NATO kuruluşu tarafından örgütlendiğini, katliama bir CİA ajanının karıştığını Türkiye'de görev yapan CIA ajanı Paul Henze’ye açıklayan Milliyet gazetesinin başyazarı Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979’da Mehmet Ali Ağca (ve muhtemelen bir diğer kişi veya kişiler) tarafından öldürüldü. ÇORUM OLAYLARI (KATLİAMI) Tedavi gördüğü kanser hastalığı yüzünden ölmesi an meselesi olan MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın bilinmeyen kişilerce 27 Mayıs 1980 günü Ankara’da öldürülmesiyle doğan gerilimin hasadı Çorum’da yapıldı. Bu sefer iktidarda Süleyman Demirel’in çoğunluk hükümeti vardı. Haziran ayı boyunca Çorum kent merkezinde ve çevre köylerde gerginlik tırmandırıldı. 4 Temmuz 1980 Cuma günü “Komünistler Alaaddin Camii’ne bomba attılar” söylentisinin yayılması ve bunun TRT’nin 19.00 bülteninde yer almasıyla başlayan saldırıda saldırganlar ‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’, ‘Kana kan, intikam’, ‘Müslüman Türkiye’ sloganları atıyorlardı. Bilânço, çoğu Alevi 50’den fazla ölü 100 civarında yaralıydı. 100’den fazla işyeri de tahrip edilmişti. Bütün bunların ne anlama geldiğini 12 Eylül 1980 sabahı TSK yönetime el koyduğunda anlayacaktık… BİTMEYEN YARGILAMALAR Sivas, Malatya ve Çorum olaylarının sanıkları yargılanmadı ama Kahramanmaraş katliamının sanıklarının sıkıyönetim mahkemelerindeki yargılamaları 1991 yılına kadar sürdü. Arada 12 Eylülcüler, katliamın sorumluluğunu solculara yıkmak için epey uğraştılar. Yargılanan 804 kişiden 29’u idam, 7’si müebbet hapis, 7'si 15-24 yıl, 29'u 10-15 yıl, 259’u 5-10 yıl, 26'sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezasına çarptırıldı. 379 kişi beraat ederken 68 kişi hakkındaki dava ise firarda oldukları veya dava sırasında öldükleri için düştü. Ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilerin cezası 1/6 oranında indirildi. Ancak mahkemenin kararı Yargıtay tarafından bozuldu, yeni yargılamada kimseye idam cezası verilmedi
1986’da Nokta Dergisi, Sedat Caner adlı işkenceci bir polisin itiraflarını yayımladı. Sedat Caner’in anlattıkları arasında, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Kahramanmaraş katliamını üstlenmeleri için bazı solculara yapılan ağır işkenceler de vardı. Hasbelkader hapis yatanların cezası Nisan 1991’de çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu uyarınca ertelendi ve mahkumlar serbest bırakıldı. ECEVİT’İN ÇEKMECESİNDEN ÇIKANLAR 2006 yılında, Can Dündar ve Rıdvan Akar’ın Bülent Ecevit’in arşivinde buldukları bir raporda (üzerinde “Güvenilir kaynaklardan elde edilmiştir” notu vardı) şöyle yazıyordu: "Bugün MİT, MHP ve kontrgerilla ile müşterek bir çalışma içerisine girmiş, asıl görevini yapmayıp tamamıyla MHP yanlısı bir kuruluş haline gelmiştir. (…) Nitekim Kahramanmaraş olayı Türkeş, Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yusuf Ö. başta olmak üzere, MİT’ten Şahap H. Ali K., Mehmet K., Avukat Metin E., Nart K.’nın müşterek planlamaları ile çıkarılmış, Türkeş (…) vasıtasıyla Güney Bölgesi'ni ele geçirmiş ve Kahramanmaraş olayını rahatlıkla tertip ettirmiştir. Eğer MİT olayın içinde olmasaydı, Kahramanmaraş'tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi.” Hamid Fendoğlu'nun 84 yaşındaki eşi Mukaddes Fendoğlu, 32 yıl sonra Anadolu Ajansı’na konuşarak, ''Olayın Ergenekon ile ilişkili olduğunu düşünüyorum'' dedi. İrfan Özaydınlı’nın olaya ilişkin raporu hala “devlet sırrı” olarak saklanıyor. Özaydınlı’nın yerine gelen Hasan Fehmi Güneş ise 2011 yılında bile temkini elden bırakmayarak Habertürk’teki programda, Balçiçek İlter’in "bu araştırmada 'örgütlü kalkışma' diye tanımladığınız katliamı örgütleyenler kimdi?" sorusuna "Söyleyebileceklerim bu kadar" diye cevap vermişti.




AĞLAMASAK BİLE UNUTMAMALIYIZ!

Yazıyı, bu konuda bir kaç dizi hazırlayan gazeteci arkadaşım İnci Hekimoğlu’nun şu düşündürücü satırlarıyla bitirmek istiyorum: “Tarihe kara bir leke olarak geçen katliam unutulmaya bırakıldı. Unutuldu da! Maraş’ta öldürülenlerin çocukları, eşleri, anne, babaları katliamdan nasıl etkilendi? Bugün nerede ve nasıl yaşıyorlar, bilmiyoruz. Maraş’taki solcu, Alevi halkın yüzde sekseni, büyük kentlere ve yurt dışına göçerek köklerinden koptular. Bu insanların yaşadığı evsizlik ve memleketsizlik nasıl bir haldir, yarattığı kırılmalar, eziklikler, travmalar nedir ve nasıl yaşanır, araştırmadık. Maraş’ın filmini, tiyatrosunu yapamadık. Romanını yazamadık. Maraş katliamı üzerine kaç şiir yazıldı, bilemiyoruz ama bir şiir kitabının olmadığını biliyoruz. Maraş üzerine bir ağıtımız bile yok. Ağlayamıyoruz.[Radikal Gazetesi, 21 Aralık 2014]


Özet Kaynakça: Etienne Copeaux, Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998; H. Nedim Şahhüseyinoğlu, Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar, İtalik Yayınları, 1999; Ülkücü Komando Kampları/AP Hükümetinin 1970’te Hazırlattığı MHP Raporu, Kaynak Yayınları, 1997; Can Dündar-Rıdvan Akın, “Ecevit’in çok özel belgeleri-5, Ecevit’e MİT'ten gelen belgelerdeki müthiş sır”, 11.11.2006 tarihli Milliyet gazetesi; İnci Hekimoğlu, “Maraş Katliamı Dosyası: Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor”, yazı dizisi, 22-26 Aralık 2006, Birgün gazetesi.



"MARAŞ KATLİAMI" Mehmet Ali Birand 32. Gün programından...

* * *


Yalçın Ergündoğan












İZMİR'de ilk gösterim: Doğum gününde "Ahmed Arif'in Hasreti" belgeseli...

  İZMİR'de ilk gösterim: Doğum gününde "Ahmed Arif'in Hasreti" belgeseli... ✓ 21 Nisan Pazar günü yine Kültürpark'ın ...