Tüm dünyayı sarsmış, büyük heyecan yaratmıştı. Baskı ve sömürüden
kurtulmanın mümkün olduğuna dair inancın uygulamaya dönük adımlarını
atmıştı. Marx’ın sınıfsız topluma
gidişin yolunu açacak öğretisi hayata geçiyordu. Gerçekten de çağı değiştirebilecek muazzam
bir kalkışmaydı. Ama, devrim öyle evrelerden geçti ki, gerçeğe dönüştürülmesi
için umut ışığı olan temiz hayallerin yerini, sürdürülmesi imkansız hale
gelmiş totaliter bir “milli devlet”
aldı.
Son 3 yazımda, uzun yıllar enternasyonalizmin merkezi sanılan (sandığımız)
“milli devlet”in seyrine ve
Türkiye’ye, Türkiye komünist hareketine etkilerine dair kendi deneyim ve
gözlemlerimi de katarak; Ekim Devrimi’nin 100.yılında bu muazzam deneyimi ele almaya çalıştım.
Özellikle, İkinci Dünya
Savaşı ertesi, SSCB milli devletinin –sonraları- (“Batı” ile) “barış içinde
bir arada yaşama” olarak formüle edilecek politikası ile dünyada ve
özellikle uzun sınır komşusu Türkiye’de ciddi bir kalkışmaya hiç katkı vermedi.
Buna bazı okurlarımın itirazları var. Ama, çeşitli kaynak tarama ve okumalarım ile yaşanmışlıkların soğuması
sonrası, gözlem ve deneyimlerimden çıkardığım, bende oluşan kanaat bu. (Daha derini tarihçilerin işi.)
Tabii, bu politikanın Ekim Devrimi’nin sıcaklığında kurulmuş tarihi TKP’nin politik mücadele seyrini de aynı doğrultuda etkilediğini bir kez
daha hatırlamakta fayda var. Devrimin ilk yıllarındaki kaygılar, yıllar içinde
farklılaşsa ve yeni şekiller alsa da, SSCB’nin Türkiye’ye dönük politikasında
ve buna paralel, TKP’nin politikasında “SSCB milli devleti”ni koruma esas
olageldi.
KUTLU/SARGIN’IN DÖNÜŞLERİNİN 30.YILI
Bu süreç içinde ben sadece Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile Türkiye
Komünist Partisi (TKP)’nin birleşmesiyle oluşan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) hareketini bu kanaatin
dışında tutarım.
Kimilerine göre, dünyadaki konjonktürel değişimler, “sosyalist
sistem” olarak adlandırılan ülkelerdeki
çözülüş ve SSCB’nin dağılması
süreci bunda etkili olmuştur. Her ne etkisiyle olmuşsa da, TBKP hareketi
aslında özgün, ayakları Türkiye’ye basan ya da azami şekilde basmaya çalışan
güçlü bir siyasi hamle idi.
Yıllar yılı rejimi ayakta tutan en önemli korku illüzyonu olarak
kullanılan “komünizm”; bu günlerde 30.
yılına erişmiş olan, (16 Kasım 1987) komünist partisini yasalda kurma
maksadı ile Kutlu/Sargın’ın yurda dönüşü
sonucu ülkede iyice legalize oldu. Tabular yıkıldı. Ya da tabuların yıkılmasına
ciddi katkıları oldu.
Uzun yıllar, faşist İtalya dönemindeki yasalardan kopya edilerek
Türk Ceza Kanunu’na konulan meşhur (komünizm
propagandası ve örgütlenmesini yasaklayan)
141 ve 142. maddeler TBKP’nin
“süreçlere müdahale” politikası ile önce işlemez oldu, kısa süre sonra da
kaldırıldı. Aynı çerçevede dinsel propaganda ve örgütlenmeyi yasaklayan ceza
yasasındaki 163. madde de bu
kesimlerle oluşturulan mutabakat ve eylemlilikle ortadan kaldırıldı.
* * *
Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye etkileri değerlendirildiğinde, en
ufak bir demokratik örgütlenmeye müsamahası olmayan, ‘yurdum insanı’nın demokrasi ile tanışmasına imkan tanımayan
“Batı”nın ileri karakolu olmaktan nemalanan bir rejimden söz etmek mümkün. SSCB
ile paralel, onun dış politikasına uygun faaliyetten milim sapmayan politikası
ile tarihi TKP ise; -gücü rejimce
abartılarak- varlığı ile (tabii ki,
iradesi dışında) fiilen yıllarca Türkiye’deki rejimin “korku” pompalamasında kullanıldı.
Süreçlere müdahale politikası ve tarihi TKP’nin son Genel
Sekreteri (parti adı Haydar Kutlu) Nabi Yağcı ve TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın’ın TBKP’yi kurma amaçlı
dönüşleri ise; bu anlamda da önemli bir istisnayı oluşturdu ve değişimi,
özgürlükçü bir sosyalizmin de olabileceğine olan inancı pekiştirdi.
[Bu arada bir anekdotu anlatmadan da geçmeyeyim. Geçtiğimiz günlerde ARTI TV’de bir programa konuk olan Murat Belge, ‘SSCB’nin Türkiye’ye etkileri’ bağlamında bir sohbette, esprili bir tonda “ben bir de Türkiye’nin Sovyetlere etkisinden söz edeyim” diyerek, Sovyetolog tarihçi E. Carr’ın araştırmalarında yer alan bir bilgiye işaret etti. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının kurulmakta olan “yeni” Türkiye rejimince Karadeniz’de hunharca katledilmesi üzerine, Sovyetler hiç tepki vermemiş, ses çıkarmamıştır. Lenin’in topladığı Merkez Komite; “Mustafa Suphi ve yoldaşları bizim de yoldaşlarımız, aynı davanın parçasıyız. Öte yandan güneyimizde kurulmakta olan Kemalist rejim de varlığımız için hayati derecede önemli. Bu durumda, yoldaşlarımızın yeni rejimce tuzağa düşürülüp katledilmesini mesele yaparsak, mücadelelerine katkı verdiğimiz yeni rejimle aramızın bozulma tehlikesi belirir…” şeklinde meseleyi tartışır ve “olayın üzerine gitmeme” kararı alınır. Sovyetler, böylelikle “ilkelerden ilk tavizi” bu olay vesilesi ile vermiş olur. Murat Belge de söz konusu TV programında, manidar bir tebessümle “Türkiye’nin Sovyetlere etkisi de bu oldu” şeklinde bu gerçeğin altını çizdi…]
[Bu arada bir anekdotu anlatmadan da geçmeyeyim. Geçtiğimiz günlerde ARTI TV’de bir programa konuk olan Murat Belge, ‘SSCB’nin Türkiye’ye etkileri’ bağlamında bir sohbette, esprili bir tonda “ben bir de Türkiye’nin Sovyetlere etkisinden söz edeyim” diyerek, Sovyetolog tarihçi E. Carr’ın araştırmalarında yer alan bir bilgiye işaret etti. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının kurulmakta olan “yeni” Türkiye rejimince Karadeniz’de hunharca katledilmesi üzerine, Sovyetler hiç tepki vermemiş, ses çıkarmamıştır. Lenin’in topladığı Merkez Komite; “Mustafa Suphi ve yoldaşları bizim de yoldaşlarımız, aynı davanın parçasıyız. Öte yandan güneyimizde kurulmakta olan Kemalist rejim de varlığımız için hayati derecede önemli. Bu durumda, yoldaşlarımızın yeni rejimce tuzağa düşürülüp katledilmesini mesele yaparsak, mücadelelerine katkı verdiğimiz yeni rejimle aramızın bozulma tehlikesi belirir…” şeklinde meseleyi tartışır ve “olayın üzerine gitmeme” kararı alınır. Sovyetler, böylelikle “ilkelerden ilk tavizi” bu olay vesilesi ile vermiş olur. Murat Belge de söz konusu TV programında, manidar bir tebessümle “Türkiye’nin Sovyetlere etkisi de bu oldu” şeklinde bu gerçeğin altını çizdi…]
SÜRECE MÜDAHALE KARARI
Dönüşlerin 30. yılı vesilesiyle kısaca hatırlatırsam; Türkiye
İşçi Partisi (TİP) ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) uzun
süren tartışmalar ve toplantılar sonunda yapılan kongrelerinde alınan karar
sonucu birleşmeye karar verirler. Bu süreçte TİP Genel Başkanı Behice
Boran sürgündeyken ölür. Cenazesi Türkiye’ye getirilir ve 12 Eylül
1980’den sonra ilk kez düzenlenebilen kitlesel bir törenle toprağa verilir.
Birleşme süreci Boran’ın ölümünden sonra da devam eder ve TKP Genel
Sekreteri Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve TİP Genel
Sekreteri Nihat Sargın her iki partinin birleşmesi ile
oluşan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)’ni Türkiye’de yasal
olarak kurmak ve ülkenin demokratikleşme sürecine daha etkin katılmak için,
parti kararıyla 'Türkiye’ye dönüş' sürecine girerler. Henüz duvar yıkılmamış,
SSCB dağılmamıştır. Kutlu ve Sargın bu karar çerçevesinde 16 Kasım 1987 günü
uçakla Ankara’ya gelir ve havaalanında bekleyen ekiplerce hemen gözaltına
alınırlar.
Türlü işkenceler eşliğinde, günlerce süren uzun sorgularının ardından da tutuklanırlar. Tutuklanmalarının ardından da, Türkiye kamuoyunun o güne dek eşine pek rastlamadığı düzeyde uluslararası bir dayanışma örneği yaşanır. Dünyanın dört bir yanından, Kutlu / Sargın’ın serbest bırakılmaları yönünde ısrarcı tepkiler, dayanışma mesajları gelir, (12 Eylül darbe rejimi uygulamalarının henüz etkisini yitirmediği bir dönemde ) kamuoyu desteğini alan çok ilginç ve bir o kadar da etkili eylemler gerçekleştirilir.
Türlü işkenceler eşliğinde, günlerce süren uzun sorgularının ardından da tutuklanırlar. Tutuklanmalarının ardından da, Türkiye kamuoyunun o güne dek eşine pek rastlamadığı düzeyde uluslararası bir dayanışma örneği yaşanır. Dünyanın dört bir yanından, Kutlu / Sargın’ın serbest bırakılmaları yönünde ısrarcı tepkiler, dayanışma mesajları gelir, (12 Eylül darbe rejimi uygulamalarının henüz etkisini yitirmediği bir dönemde ) kamuoyu desteğini alan çok ilginç ve bir o kadar da etkili eylemler gerçekleştirilir.
ÖLÜM ORUCU
Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve Nihat
Sargın 6 Nisan 1990’da yayınladıkları bir bildiri ile "Ölüm
orucu"na başladıklarını Türkiye ve dünya kamuoyuna açıklarlar:
“…Başladığımız ‘ölüm orucu’, Türk Ceza Kanunu’nun 141–142 ve 163. maddelere ilişkin düzenlemelerle Komünist Partisi üzerindeki yasak kalkıncaya veya kalkacağının açık işaretleri ortaya çıkıncaya kadar ve /veya daha uygun koşullarda mücadele olanaklarına sahip olacağımız tahliyemize kadar kesintisiz sürecektir…"
Ölüm orucu kararının ardından, Ulusal ve Uluslararası düzeyde dayanışma eylemleri ve hükümete yönelik baskılar giderek artar. O tarihe dek Türkiye’de örnekleri pek görülmemiş, yurda yayılmış, yepyeni barışçıl dayanışma örnekleri gerçekleşmeye başlar. Ve 900 gün süren tutukluluğun ardından, 4 Mayıs 1990 günü Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yapılan 32.duruşmanın ardından Haydar Kutlu ve Nihat Sargın serbest bırakılırlar.
“…Başladığımız ‘ölüm orucu’, Türk Ceza Kanunu’nun 141–142 ve 163. maddelere ilişkin düzenlemelerle Komünist Partisi üzerindeki yasak kalkıncaya veya kalkacağının açık işaretleri ortaya çıkıncaya kadar ve /veya daha uygun koşullarda mücadele olanaklarına sahip olacağımız tahliyemize kadar kesintisiz sürecektir…"
Ölüm orucu kararının ardından, Ulusal ve Uluslararası düzeyde dayanışma eylemleri ve hükümete yönelik baskılar giderek artar. O tarihe dek Türkiye’de örnekleri pek görülmemiş, yurda yayılmış, yepyeni barışçıl dayanışma örnekleri gerçekleşmeye başlar. Ve 900 gün süren tutukluluğun ardından, 4 Mayıs 1990 günü Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yapılan 32.duruşmanın ardından Haydar Kutlu ve Nihat Sargın serbest bırakılırlar.
70 YIL SONRA KOMÜNİST PARTİ YASALLAŞIYOR
4 Haziran 1990 günü, aralarında Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) ve Nihat Sargın’ın da bulunduğu kalabalık bir kurucular kurulu tarafından, TC. İçişleri Bakanlığı’na kuruluş dilekçesi verilerek, (10 Eylül 1920'de kurulmuş, 28 / 29 Ocak 1921'de kurucuları Karadeniz'de boğdurulmuştu.) tarihi Komünist Partisi nihayet Türkiye’nin ilk legal Komünist Partisi olarak, Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adıyla yasal kuruluşunu gerçekleştirdi. Yapılan Kurucular Kurulu toplantısı sonunda Türkiye Birleşik Komünist Partisi Genel Başkanlığı'na Dr. Nihat Sargın, Genel Sekreterliğe de Nabi Yağcı seçilirler.
TBKP, ilerleyen yıllarda Türkiye'de sürmekte olan ‘sosyalistlerin
geniş birliği’ projesine dönük, kongresinde aldığı kararla Sosyalist
Birlik Partisi (SBP) oluşumuna katıldı. Ardından ilerleyen süreçte SBP,
Birleşik Sosyalist Parti (BSP)'ne, BSP de Özgürlük ve Dayanışma
Partisi (ÖDP)'nin kuruluşuna katıldı.
* * *
TBKP, 16 Temmuz 1991’de Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatıldı. Kapatılma gerekçelerinden biri adında ‘komünist’ sözcüğünün
bulunması, diğeri ise TBKP’nin program ve tüzüğünde Kürt ulusundan söz etmesi
ve ulusların kaderlerini tayin hakkına vurgu yapması idi.
İtirazlar ve davalar sürdü, iç hukuk yolları tükendi, dava
AİHM’ne götürüldü ve Türkiye mahkûm
oldu.
Şimdi ise Türkiye’de, her biri kendinden menkul, sayısını
bilemediğim kadar Komünist Partisi var…
Yalçın Ergündoğan
[ Bu makale ilk olarak 20 Kasım 2017 tarihinde ARTI GERÇEK internet gazetesinde yayınlanmıştır: https://amp.artigercek.com/yazarlar/yalcin_ergundogan/tbkp-surece-mudahalede-hatirda-tutulmasi-gereken-bir-ornek ]
* * *
Komünist Parti'nin yasallaşmasını
perçinleyen barışçı eylemler...
15 Mayıs’ta Taraf Gazetesi'nde yayınlanan “Bir
yasallaşma öyküsü” başlıklı yazısında sevgili Ahmet Kardam
Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Türkiye Komünist Partisi (TKP)’nin birleşme
sürecine ve başkanların yurda dönüşlerine ilişkin –ağırlıklı olarak- yurt
dışında yaşadıkları gelişmeleri ve deneyimlerini Türkiye kamuoyu ile
paylaştı. Ben de illegal yaşamdan, legal siyasi yaşama geçişte ülkede
olup bitenlere ilişkin dönemin “illegal” TKP İstanbul İl Komitesi üyesi
ve ardından yasal olarak kurulan TBKP’nin Merkez Komitesi üyesi olarak,
bir başka illegal siyasi yapılanmanın ‘yasallaşma sürecinin’ yaşandığı
günümüzde, Kardam’ın kaldığı yerden gözlemlerimi paylaşmak istedim.
Yeniden kısaca hatırlatırsam; Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) uzun süren tartışmalar ve toplantılar sonunda yapılan kongrelerinde alınan karar sonucu birleşmeye karar verirler. Bu süreçte TİP Genel Başkanı Behice Boran sürgündeyken ölür. Cenazesi Türkiye’ye getirilir ve 12 Eylül 1980’den sonra ilk kez düzenlenebilen kitlesel bir törenle toprağa verilir. Birleşme süreci Boran’ın ölümünden sonra da devam eder ve TKP Genel Sekreteri Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın her iki partinin birleşmesi ile oluşan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)’yi Türkiye’de yasal olarak kurmak ve ülkenin demokratikleşme sürecine daha etkin katılmak amacıyla parti kararıyla 'Türkiye’ye dönüş' sürecine girerler. Henüz duvar yıkılmamış, SSCB dağılmamıştır. Kutlu ve Sargın bu karar çerçevesinde 16 Kasım 1987 günü uçakla Ankara’ya gelir ve havaalanında bekleyen ekiplerce hemen gözaltına alınırlar.
Türlü işkenceler eşliğinde uzun günler süren sorgularının ardından da tutuklanırlar. Tutuklanmalarının ardından da, Türkiye kamuoyunun o güne dek eşine pek rastlamadığı düzeyde Uluslararası bir dayanışma örneği yaşanır. Dünyanın dört bir yanından, Kutlu / Sargın’ın serbest bırakılmaları yönünde ısrarcı tepkiler, dayanışma mesajları gelir, (12 Eylül darbe rejimi uygulamalarının henüz etkisini yitirmediği bir dönemde ) kamuoyu desteğini alan çok ilginç ve bir o kadar da etkili eylemler gerçekleştirilir.
Yeniden kısaca hatırlatırsam; Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) uzun süren tartışmalar ve toplantılar sonunda yapılan kongrelerinde alınan karar sonucu birleşmeye karar verirler. Bu süreçte TİP Genel Başkanı Behice Boran sürgündeyken ölür. Cenazesi Türkiye’ye getirilir ve 12 Eylül 1980’den sonra ilk kez düzenlenebilen kitlesel bir törenle toprağa verilir. Birleşme süreci Boran’ın ölümünden sonra da devam eder ve TKP Genel Sekreteri Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın her iki partinin birleşmesi ile oluşan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)’yi Türkiye’de yasal olarak kurmak ve ülkenin demokratikleşme sürecine daha etkin katılmak amacıyla parti kararıyla 'Türkiye’ye dönüş' sürecine girerler. Henüz duvar yıkılmamış, SSCB dağılmamıştır. Kutlu ve Sargın bu karar çerçevesinde 16 Kasım 1987 günü uçakla Ankara’ya gelir ve havaalanında bekleyen ekiplerce hemen gözaltına alınırlar.
Türlü işkenceler eşliğinde uzun günler süren sorgularının ardından da tutuklanırlar. Tutuklanmalarının ardından da, Türkiye kamuoyunun o güne dek eşine pek rastlamadığı düzeyde Uluslararası bir dayanışma örneği yaşanır. Dünyanın dört bir yanından, Kutlu / Sargın’ın serbest bırakılmaları yönünde ısrarcı tepkiler, dayanışma mesajları gelir, (12 Eylül darbe rejimi uygulamalarının henüz etkisini yitirmediği bir dönemde ) kamuoyu desteğini alan çok ilginç ve bir o kadar da etkili eylemler gerçekleştirilir.
”ÖLÜM ORUCU”
Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve Nihat Sargın 6 Nisan 1990’da yayınladıkları bir bildiri ile, "Ölüm orucu"na başladıklarını Türkiye ve Dünya kamuoyuna açıklarlar:
“…Başladığımız ‘ölüm orucu’, Türk Ceza Kanunu’nun 141–142 ve 163. maddelere ilişkin düzenlemelerle Komünist Partisi üzerindeki yasak kalkıncaya veya kalkacağının açık işaretleri ortaya çıkıncaya kadar ve /veya daha uygun koşullarda mücadele olanaklarına sahip olacağımız tahliyemize kadar kesintisiz sürecektir…"
Ölüm orucu kararının ardından, Ulusal ve Uluslararası düzeyde dayanışma eylemleri ve hükümete yönelik baskılar giderek artar. O tarihe dek Türkiye’de örnekleri pek görülmemiş, yurda yayılmış, yepyeni barışçıl dayanışma örnekleri gerçekleşmeye başlar. Ve 900 gün süren tutukluluğun ardından, 4 Mayıs 1990 günü Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yapılan 32.duruşmanın ardından Haydar Kutlu ve Nihat Sargın serbest bırakılırlar.
70 YIL SONRA KOMÜNİST PARTİSİ YASALLAŞIYOR...
Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve Nihat Sargın 6 Nisan 1990’da yayınladıkları bir bildiri ile, "Ölüm orucu"na başladıklarını Türkiye ve Dünya kamuoyuna açıklarlar:
“…Başladığımız ‘ölüm orucu’, Türk Ceza Kanunu’nun 141–142 ve 163. maddelere ilişkin düzenlemelerle Komünist Partisi üzerindeki yasak kalkıncaya veya kalkacağının açık işaretleri ortaya çıkıncaya kadar ve /veya daha uygun koşullarda mücadele olanaklarına sahip olacağımız tahliyemize kadar kesintisiz sürecektir…"
Ölüm orucu kararının ardından, Ulusal ve Uluslararası düzeyde dayanışma eylemleri ve hükümete yönelik baskılar giderek artar. O tarihe dek Türkiye’de örnekleri pek görülmemiş, yurda yayılmış, yepyeni barışçıl dayanışma örnekleri gerçekleşmeye başlar. Ve 900 gün süren tutukluluğun ardından, 4 Mayıs 1990 günü Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yapılan 32.duruşmanın ardından Haydar Kutlu ve Nihat Sargın serbest bırakılırlar.
70 YIL SONRA KOMÜNİST PARTİSİ YASALLAŞIYOR...
4 Haziran 1990 günü, aralarında Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) ve Nihat Sargın’ın da bulunduğu kalabalık bir kurucular kurulu tarafından, TC.İçişleri Bakanlığı’na kuruluş dilekçesi verilerek, tarihi Komünist Partisi (10 Eylül 1920'de kurulmuş,28 / 29 Ocak 1921'de kurucuları Karadeniz'de boğdurulmuştu.) nihayet Türkiye’nin ilk legal Komünist Partisi olarak, Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adıyla yasal olarak kurulur. Yapılan Kurucular Kurulu toplantısı sonunda Türkiye Birleşik Komünist Partisi Genel Başkanlığı'na Dr. Nihat Sargın, Genel Sekreterliğe de Nabi Yağcı (illegal dönemde parti adı, Haydar Kutlu idi.) seçilirler. TBKP, ilerleyen yıllarda Türkiye'de sürmekte olan sosyalistlerin geniş birliği çalışmaları kapsamında kongresinde aldığı kararla Sosyalist Birlik Partisi (SBP) oluşumuna katılır. Ardından ilerleyen süreçte SBP, Birleşik Sosyalist Parti (BSP)'nin oluşumuna, BSP de Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)'nin kuruluşuna katılır.
KAMUOYUNUN ALIŞIK OLMADIĞI ‘İLGİNÇ’ EYLEMLER BAŞLIYOR
Kutlu / Sargın'ın tutukluluklarının sona erdirilmesi ve Türk Ceza Yasası'ndaki 141-142-163'ün
kaldırılması doğrultusunda Uluslararası demokrat kamuoyunun tepkilerinin
yanı sıra Türkiye'de, -bugün Genç Siviller’in etkili eylemlerinin belki
de öncülü sayılabilecek- ilginç eylemler gerçekleştirilir.
» 141/142/163 müzeye: Üzerinde “141/142/163'' yazılı bulunan büyük bir taş İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’ne götürülerek teslim edildi.
» “İhbar ediyorum, ben Komünistim": “DGM Savcılığı’na /Ankara. İhbar ediyorum. Ben bir düşünce suçlusuyum. Resmi düşünceden farklı düşünüyorum. Tehlikeli fikirler taşıyorum. İnsanı sevmeyi, adalet ve eşitliği, özgürlüğü savunuyorum. İhbar ediyorum. Ben bir komünistim. Komünist Partisi üyesi olarak faaliyet yürütüyorum. Kutlu/Sargın’la aynı düşünceleri paylaşıyorum. Gerekli işlemin yapılmasını arz ederim."
» Psikiyatri kliniğine başvuru: İstanbul’da “Rahatsızım. Demokrasisizliğe, Kutlu/Sargın’ın tutukluluğuna alışamadım'' şeklinde dilekçelerle Cerrahpaşa Psikiyatri Kliniği’ne başvuran bir grup genç doktorlar tarafından muayene edildi. Doktorlar, yazdıkları reçetelerde “Acil Demokrasi'' önerdi.
» 141/142/163 müzeye: Üzerinde “141/142/163'' yazılı bulunan büyük bir taş İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’ne götürülerek teslim edildi.
» “İhbar ediyorum, ben Komünistim": “DGM Savcılığı’na /Ankara. İhbar ediyorum. Ben bir düşünce suçlusuyum. Resmi düşünceden farklı düşünüyorum. Tehlikeli fikirler taşıyorum. İnsanı sevmeyi, adalet ve eşitliği, özgürlüğü savunuyorum. İhbar ediyorum. Ben bir komünistim. Komünist Partisi üyesi olarak faaliyet yürütüyorum. Kutlu/Sargın’la aynı düşünceleri paylaşıyorum. Gerekli işlemin yapılmasını arz ederim."
» Psikiyatri kliniğine başvuru: İstanbul’da “Rahatsızım. Demokrasisizliğe, Kutlu/Sargın’ın tutukluluğuna alışamadım'' şeklinde dilekçelerle Cerrahpaşa Psikiyatri Kliniği’ne başvuran bir grup genç doktorlar tarafından muayene edildi. Doktorlar, yazdıkları reçetelerde “Acil Demokrasi'' önerdi.
» Siyah eylem: İstanbul ve Kocaeli’nde kadınlar “siyah eylem'' yaptılar.
Siyah giysiler giymiş kadınlardan oluşan topluluk, “Kutlu/Sargın’a Özgürlük'',
“141-142-163 Kalksın'', “Beşikçi Hapishane’ye değil, Üniversite’ye''
pankartlarıyla yürüyüş yaptılar. Çocuklarıyla birlikte katılan kadınlar da
çocuklarının ellerindeki balonları havaya uçurdular.
» Meletos öldü, Sokrates yaşıyor: Sakarya, Bolu ve Düzce’de üzerinde “Meletos öldü, Sokrates yaşıyor'' yazılı siyah kartlar DGM Savcısı Nusret Demiral’a postalandı. Eylemciler yaptıkları açıklamada; ''zalimliği ile ünlü savcı Meletos’un adını dahi kimse hatırlamıyor. Ama onun yargılayıp ölüme mahkum ettiği Sokrates ise hala fikirleri ile yaşıyor'' dediler.
» Güney Afrika’ya iltica: İstanbul Sirkeci postanesinde toplanan kalabalık bir grup, Güney Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı’na mektuplar göndererek ‘iltica’ talebinde bulundu. Başvuru mektuplarında ise şunları söylüyorlardı: “Basından öğrendiğim kadarıyla ülkenizde bile artık Marksist Parti yasal olarak çalışabiliyor. Ayrıca, özgürlük savaşçısı Mandela’nın da serbest bırakılmış olması, ülkenizi benim açımdan bir ilgi odağı haline getirdi ve beni ülkenize iltica koşullarını öğrenmeye itti…''
» Meletos öldü, Sokrates yaşıyor: Sakarya, Bolu ve Düzce’de üzerinde “Meletos öldü, Sokrates yaşıyor'' yazılı siyah kartlar DGM Savcısı Nusret Demiral’a postalandı. Eylemciler yaptıkları açıklamada; ''zalimliği ile ünlü savcı Meletos’un adını dahi kimse hatırlamıyor. Ama onun yargılayıp ölüme mahkum ettiği Sokrates ise hala fikirleri ile yaşıyor'' dediler.
» Güney Afrika’ya iltica: İstanbul Sirkeci postanesinde toplanan kalabalık bir grup, Güney Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı’na mektuplar göndererek ‘iltica’ talebinde bulundu. Başvuru mektuplarında ise şunları söylüyorlardı: “Basından öğrendiğim kadarıyla ülkenizde bile artık Marksist Parti yasal olarak çalışabiliyor. Ayrıca, özgürlük savaşçısı Mandela’nın da serbest bırakılmış olması, ülkenizi benim açımdan bir ilgi odağı haline getirdi ve beni ülkenize iltica koşullarını öğrenmeye itti…''
» Hunili eylemler: Başlarına “huniler'' takan siyah giysiler içindeki bir grup genç İzmir’de “141-142-163’e hayır'' yazılı pankartlarla yürüyüş yaptı.TBMM Başkanı’na bu yönde telgraflar çektiler.
» Özgürlük Ağacı: İzmir Karşıyaka’da bulunan “İnsan Hakları Parkı''nda Kutlu/Sargın için “Özgürlük Ağacı'' dikildi. Bursa’da Mersin kavşağında; kesilen yaşlı çınar ağaçlarının yerlerine, “Hemen Demokrasi'', “Özgür Basın'',“Barış'' ve “Erdem'' adları verilen çınar fidanları dikildi.
» Demokrasi mumla arandı: Gaziantep’te üzerinde “Demokrasi Nerede?'' yazılı giysiler giymiş topluluk ellerindeki mumlarla kent merkezinde gösteri yaparak “demokrasiyi aradılar''.
» Karanlıkta düşün: Bodrum’da yapılan bir çağrı ile, “elektriği kapat/karanlıkta düşün" eylemi gerçekleştirildi. Eylemde ülkedeki anti-demokratik uygulamalar protesto edilerek, Kutlu/Sargın ile dayanışma vurgulandı.
» Seyahat Belgesi: Kutlu/Sargın Davası’nı izlemek için Ankara’ya gidenlerin kente sokulmamaları üzerine, İstanbul Valiliği’ne başvuran bir grup “Seyahat Belgesi'' isteminde bulundu...
Yalçın Ergündoğan
[ Bu makale ilk olarak 27 Haziran 2009 tarihinde Taraf Gazetesi ve Sesonline.net internet gazetesinde yayınlanmıştır...]
KONUYLA İLGİLİ MAKALELER:
2) Ekim Devrimi: Devleti ele geçirmenin yetmediği kanıtlandı…
3) Atılım yapmış tarihi TKP’ye örtülü SSCB freni…
4) TBKP: Sürece mü dahalede hatırda tutulması gereken bir örnek…
5) Komünist Parti'nin yasallaşmasını perçinleyen barışçı eylemler...
____________________________________________________________
Milyonları Sibirya zindanlarında katleden bir STALİN REJİMİNİN Peşinden işkenceler görerek gidip, Çoluk, çocuk perişan bir şekilde bedel ödeyen insanlara bu hikayeleride hiçmi yer veremedin Yalçın bey DÜNYADA KOMÜNİZM DİYE BİRŞEYMİ KALDI BE KARDEŞİM !!!???...
YanıtlaSil