Şeyh amca...
Çocukluk yıllarımı, ilk gençlik yıllarımı
anımsıyorum... İzmir’de oturduğumuz Hatay semtinde birbiri peşi sıra ‘apartman’
denilen çok katlı binalar yükselmişti. Apartmanımızın yanında köşesinde,
neresinde bir bahçeli, tek katlı ya da iki katlı ev varsa İzmir’in yeni gözde
semti Hatay’da hemen müteahhitlerce yıkılıyor yerine bir apartman
dikiliyordu. Gel zaman git zaman Hatay Caddesi’ne açılan sokağımız
apartmanlarla doldu. Bizim oturduğumuz apartmanın tam karşısında, fıskiyeli
havuzlu, yemyeşil çiçekler ve ağaçlarla kaplı, içinde büyük camekanlı bir
kulübe olan bahçe ise; tek istisnayı oluşturuyordu. Yemyeşil, şırıl şırıl
fıskiyesinden havuza sular akan o bahçe öylece kaldıkça umutlanan annemle
babam, sürekli “keşke şu bahçeyi müteahhite vermeseler de, karşımızda bir
soluk alma mekanı kalsa” deyip durdular...
* * *
O bahçenin içinde oldukça şişman, kocaman göbekli,
elindeki bastonuna dayanarak, ayaklarını sürüyerek yürüyen, etrafındaklerle -sonradan
adının "Kürtçe" olduğunu öğrendiğim- başka bir dilde
konuşan bir amca yaşıyordu. Daha doğrusu, bizim sokakta yatmaktan yatmaya
gittiği bir apartman dairesinde çocukları ile oturup, gözünü açar açmaz soluğu
bahçede alan bir amca... Yine sonradan öğrendiğim sıfatıyla; “Şeyh amca”...
Şeyh amca sabah erkenden kalkar, yanında bir erkek
refakatçi ile bastonuna yaslana yaslana, ayağını sürüye sürüye bizim apartmanın
2 bina ötesindeki evinden çıkar (yaşam alanına) bahçesine gelirdi. Bahçesinde,
yazın havuz kenarına oturur, kışınsa sarmaşıklarla, yeşilliklerle bezeli geniş
camekanlı büyük kulübesinde oturur nargilesini içerdi... Çocukluk ve ilk
gençlik yıllarım boyunca, “şeyh amca” yaşamını hep böyle sürdürdü gitti.
2 Mart 1925'te şeyh Said ve arkadaşları idam edildi... |
Aradan yıllar geçti, ben siyasetle tanıştım,
dönemin gençlik hareketleri ve emekçi hareketleri içinde yer aldım. Gel zaman
git zaman, müteahhitlerin karşımızdaki yemyeşil bahçeye de kazma vurmaya,
güzelim fıskiyeyi, havuzu parçalayıp, ağaçları söküp atmaya başladıklarını
gördüm. (O sıralar, henüz bağımsız bir evim falan yok ama, “önemli
faaliyetlerimiz” olduğundan eve sık sık da gelmiyorum.) Hemen anneme
sordum: “Ne oldu, neden yıkılıyor karşısı, yoksa ‘Şeyh amca’ da mı
direnemedi müteahhitlerin cazip tekliflerine?..” Annemin yanıtı irkiltici
oldu benim için. Sanki sürekli varlığını sürdürecekmiş gibi alışageldiğim “Şeyh
amca” ölmüştü. Bahçesi de peşinden...
* * *
Peki kimdi ‘Şeyh amca’?.. Çocukluk ve
ilk gençlik yıllarımın verdiği umursamazlıkla hiç üzerinde durmamıştım. Daha
sonra siyasal mücadeleye atıldığım gençlik yıllarımda da, açıkçası şimdi
algıladığım gibi hiç algılayamamış, bu denli önemsememiştim. O zaman ‘Ulusların
Kendi Kaderini Tayin Hakkı’ gibi bir kavramın var olduğunu öğrenmiş,
savunmuş ama bu denli gündelik yaşam boyutunda sorgulamamıştım. O “öyle” bir
kavramdı. Doğru kabul etmiştik. Ee, ne de olsa “Milli Eğitim”den
geçmiştim. Olacaktı o kadar...
* * *
Resim: Osman Ahmed |
“Şeyh amca”
sürgündü. Diyarbakırlı idi. Yurdundan, yöresinden koparılıp İzmir’e sürgün
edilmişti. Bizimkiler evde konuşurlardı sık sık fısıldaşarak “Şeyh amca”
hakkında öğrendiklerini. Bir “Kürt isyanı”ndan sonra sürgün edilmişti
İzmir’e. Demek, bunun için “Şeyh amca” da, yurduna, yöresine, toprağına
olan özlemini kendine özgü kurduğu bu dünyasında gidermeye çalışmıştı ölene
dek. Kim bilir ne acılar çekerek...
* * *
27 Mayıs 1960 darbesi sonrası,Milli Birlik Komitesi, 485 Kürt şahsiyeti gözaltına alıp sürgün kampında topladı... |
TSK’nın Kuzey Irak’a başlattığı Kara Harekatı’ndan
sonra değerli tarihçi Ayşe Hür, “Bu kaçıncı harekat?” başlıklı
araştırmasını sesonline.net’te yayınladı. Onu okurken “Şeyh amca”
gözümün önüne geldi. “Ayaklanma”, “sürgün”, “harekat”...
Keşke Türkiye yıllardır harcadığı
enerjisini, maddi, manevi kaynaklarını şiddet, baskı ve savaşlara değil de bir
arada, mutlu yaşamaya yönelik çabalara harcasa ve gereklerini de yerine getirse
idi. Onca kan da dökülmese idi. O yaşında “Şeyh amca” da kendi alıştığı
ortamında, topraklarında huzur içinde yaşamını noktalasa idi...
* * *
Şimdi seni daha iyi anladım “Şeyh amca”... Geç anladığım için de bir “özür” borçluyum sana...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder