Ekim
Devrimi, insanlık tarihinin en muazzam hak, adalet ve özgürlük arayışının
hayata geçirilme kalkışması, devrim. Bu şekilde kayda geçen Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında tüm dünyada çeşitli
muhasebeler yapılıyor. O dönem Rusya’da
geçerli olan Jülyen takvimdeki tarihleme ile 25 Ekim 1917, tüm dünyada bu anın “Ekim Devrimi” olarak kayda geçirilmesini sağladı. Günümüzde kullandığımız
Gregoryen (miladi) takvime göre ise; 7
Kasım’ı işaret eden o gün; Kışlık
Saray’ın da Bolşeviklerce ele geçirmesi ile Rusya’da Çarlık rejiminin
devrilmesine sahne oldu.
‘Tüm
Rusya Sovyetleri Kongresi’, geçici olarak kurulu bulunan Kerenski Hükümeti'nin
düştüğünü ve iktidarın tümüyle Sovyetlere geçtiğini ilân etti.
Böylelikle, sınıflı toplumsal düzenlere geçildiğinden
beri 1871 Paris Komünü ile yaşanan çok kısa süreli (72 gün) deneyimden sonra, ezilen alt sınıfların ülke düzeyinde toplumsal
düzen kurma pozisyonuna erişmeleri ilk kez gerçekleşmiş oldu.
*
* *
1989 yılında yaşadığımız Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği (SSCB)’nin çözülüş ve yıkılışının üzerinden 28 yıl geçti. Fiili olarak yaşanan 72 yıllık sürecin sonlanış serüveninin
başlangıcındaki arayış ise; varlığını tüm yakıcılığıyla sürdürüyor. O nedenle
de, bugün kapitalizmin vardığı aşamada,
sınıf çelişkilerinin had safhaya ulaşmasının yanı sıra; doğayla, tüm
canlı yaşamıyla ve gezegenin geleceği ile yaşadığı büyük çelişki Paris Komünü gibi, Ekim Devrimi’ni de yaşanmış bir deney olarak canlı tutuyor.
Ekim Devrimi ve SSCB deneyimi o nedenle üzerinde çok
daha fazla konuşulmayı, tartışılmayı gerekli kılıyor, bu yönde çabayı bekliyor.
Bu çerçeveden olarak önceki gün Gazete Duvar’da
yayınlanan İrfan Aktan’ın, Ertuğrul Kürkçü ile
Ekim Devrimi’ni konu alan, “Sovyetler Birliği yıkılmasa Marx yanılmış olurdu” başlıklı röportajını çok kıymetli buldum.
Hamasetten
uzak, ciddi değerlendirmeler barındıran bu röportajda Ertuğrul Kürkçü çok
önemli noktalara temas ediyor.
Ben de,
Ertuğrul Kürkçü’nün röportajda, Ekim
Devrimi sonrası SSCB’nin Türkiye’deki sol, sosyalist hareketler üzerine
yaklaşımını içeren bölüme, biraz da kendi deneyimlerimin ışığında eklemeler
yapma gereğini hissettim.
Kürkçü söz
konusu röportajda, (tarihi) Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Komintern,
SSCB politikaları üzerine şunları ifade ediyor:
“Sovyet devletiyle Kemalist rejim arasındaki
ilişkilerin işçi sınıfı siyasetine tercümesi bakımından Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin tutumu her zaman belirleyici
oldu. Gerek Mustafa Suphi’lerin katli sırasında ve sonrasında Türkiye ve SSCB
arasında sürüp giden ilişkiler gerekse daha sonra faşizmle savaş dönemi
politikaları açısından bakınca… Örneğin Sovyetler’in özellikle 1935’ten sonra
Almanya’ya karşı tarafsızlaştırmayı ya da ittifak kurmayı umduğu ülkelerin
desteğini sağlayabilmek için komünist partilerin bu ülkelerdeki muhalefetini ve
etkinliğini minimize etme taktiği TKP’nin de geleceğini çok kuvvetle belirledi.”
“…Komünistlerin rejimi desteklemesi
çağrısında bulunuyor Komintern. Yeraltındaki partiyi kapatın, dağıtın ve
CHP’nin kitle örgütleri içinde eriyin diyor!”
“Bu
Sovyetler Birliği devleti için uygun bir taktik olabilir. Sovyet dış siyaseti
açısından, Nazi yanlısı siyaset izlememesi için İsmet Paşa hükümetini ayakta
tutmanın önemli olduğunu, bu yüzden Türkiyeli komünistlerin geri çekilmelerini
sağlamanız gerektiğini düşünebilirsiniz. O zaman da TKP’yi desantralize etmeyi, açıktan faaliyet yürütmemesini, gidip CHP’nin kitle örgütleri içinde çalışmasını
isteyebilirsiniz. Ama bu Türkiye’deki hareketin bağımsız gelişmesini de
kötürümleştirmez mi? Sovyetler Birliği
devleti için “iyi” olan bu taktiğin Türkiye devrimi için “kötü” olması
onulmaz bir çelişki değil mi? Bu kötürümleşmenin etkilerini biz hâlâ Türkiye
solu içinde görüyoruz.Tabii; Türkiye’deki komünist hareketi Kemalizmle zorla akrabalaştıran, onda
bir cevher bulmaya sevk eden bir düzeyden bahsediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin
kendi iç çelişkilerinin yaratmış olduğu devrimci imkânlardan beslenmek yerine
iki devlet arasındaki ilişkilerin yarattığı imkân ya da imkânsızlıklardan
komünist hareketi sebeplendirme ya da mahrum bırakmaya yönlendiren bir düzey
bu. Böyle bir uluslararası siyaset, Türkiye’de devrimci düşünüşü, komünist
faaliyeti daha baştan sakatladı.”
SSCB ASLINDA ‘MİLLİ’ BİR DEVLETTİ…
Ertuğrul Kürkçü son derece
haklı. Sosyalist siyasi hareket içinde yıllarını Sovyetik bir çizgide eylemlilik içinde (TKP’de) geçirmiş biri
olarak olayların sıcaklığından çıkıp, soğukkanlı bir şekilde geçmişteki yaşanmışlıkları
değerlendirdiğim yıllarda, pek çok gerçekle yüzleşmiştim. Halâ da sürdürüyorum.
Enternasyonalizmin merkezi, odağı
olarak gördüğümüz SSCB; (analizi başka
yazıların konusu olacak diğer nedenlerle de) sandığımızın tersine aslında ‘milli’ bir devlet idi.
Marksist kuram doğrultusunda
hareket ederek kurulmaya çalışılan yeni düzen, başarılı olabilmek için özünde
bir dünya devrimini öngörmekteydi.
Marks’ın hayattayken beklentisi de bu doğrultuda idi ve en gelişmiş kapitalist
ülkelerden bu çözülüşün, devrimler zincirinin hayata geçeceği şeklindeydi. Ama
devrim, kapitalizme yeni entegre olmaya
başlamış köylü yığınları ülkesi olan Rusya’da patladı.
Aslında, Lenin kısa süren ömründe, kaleme aldığı
bazı makalelerinde ve parti toplantılarındaki konuşmalarında kendilerini
bekleyen tehlikenin altını çiziyordu. Kurulan 3. Enternasyonal’in (Komünist Enternasyonal) esas gayesi de bir
dünya devriminin eşgüdümünü sağlamaktı. K. Marks’ın kapitalizm tahlili ve diğer
analizlerindeki temel bulgu ve vurgu da “bir
dünya sistemi haline gelmiş kapitalizm çökertilmeden, yerine yeni bir sistemin geçemeyeceği” yönünde idi.
Oysa ki, SSCB’yi büyük
ölçüde sona götüren olgu da (başka etkenlerin yanı sıra) J.
Stalin’in “tek ülkede de olsa ele geçirilen iktidarı korumak” şeklinde
özetlenebilecek, “tek ülkede sosyalizmin
batı kapitalizmi ile barış içinde
yaşanarak korunabileceği” yaklaşımı
ve çabası idi. Stalin sonrası, bu politika daha da temellendirilip,
kapsamlaştırılarak Kruşçev ve uzun L. Brejnev dönemlerinde “barış içinde bir arada yaşama” şeklinde
teorileştirilip formüle edilerek, hayata geçirilmeye çalışıldı.
TKP’NİN DEVRİME UZAK DURMASI
SSCB’NİN POLİTİKASI
SSCB ile en
uzun sınırı olan ülke konumundaki Türkiye’nin
SSCB’nin bu politikasından en fazla etkilenen ülkelerin başında
geldiğini söylemek abartılı olmaz sanıyorum. Özellikle İkinci Dünya Savaşı
sonrası Alman faşizminin çökertilmesinden sonra SSCB’nin ‘Batı’ ile
girdiği uzlaşı pozisyonu, sanılanın tam tersine
Türkiye’deki sol ve sosyalist hareketlere Sovyetlerden destek değil, tam
tersini sağladı.
İzlenen
‘denge’ politikası ve SSCB’nin ‘milli’ varlığını koruma çabası, Türkiye’deki
rejimin “solun arkasında SSCB var” şeklinde yürütülen sola dönük baskı
ve sindirme operasyonlarının tamamen bir illüzyondan öteye değeri olmadığını
bugün çok net ortaya çıkarıyor.
İkinci
Dünya Savaşı yılları ve sonrası SSCB ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP), TKP’nin hiçbir zaman Türkiye’de bir rejim değişikliğine yönelik
örgütlenmesine ne yeşil ışık yakmış, ne de katkı vermiştir. Bunu artık netlikle
söyleyebiliriz.
Bugün, Ekim Devrimi’nin 100. yılında, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inananlar olarak
arayışlarımızda, bu muazzam deneye büyük değer biçiyor ve saygı duyuyoruz
elbette.
Bu nedenle,
sorgulamalarımız ve deneyimlerimizin yerel ve evrensel ölçekte paylaşılması da
büyük önem taşıyor. Ben de, Ekim Devrimi’nin 100. yılını vesile ederek, zaman
zaman bu konuya devam etme niyetindeyim…
Yalçın Ergündoğan
KONUYLA İLGİLİ MAKALELER:
2) Ekim Devrimi: Devleti ele geçirmenin yetmediği kanıtlandı…
3) Atılım yapmış tarihi TKP’ye örtülü SSCB freni…
4) TBKP: Sürece mü dahalede hatırda tutulması gereken bir örnek…
5) Komünist Parti'nin yasallaşmasını perçinleyen barışçı eylemler...
Makalenin son bölümündeki," TKP'nin rejim değişikliği yönünde çalışmasına hiçbir zaman destek vermedi!" Bu cümle doğru olsa da, gerçek sadece bu değil.SSCB ve SBKP Türkiye'de bir sosyalist veya demokratik devrim için destek vermemiş olsa da, TKP'yi el altında tutmak, onun denetim dışına çıkmaması için, örgütsel,ekonomik, lojistik destekler vermiştir.Bizler bunun farkında olmadık. Ama öyle anlaşılıyor ki, TKP'yi yönetenler de, ya farkında olmadan (Ki böyleyse, mücadelenin gereklerinin neden yerine getirilmediği konusundaki eleştirileri haklı kılıyor) ya da SBKP'nin ülkemizdeki memurları gibi davrandıkları için, bağımsız bir politik hat oluşturamadılar. TKP'nin tasfiye sürecinin, SSCB'nin tasfiye süreciyle aynı döneme denk gelişini de açıklıyor.
YanıtlaSil