Kapitalizmi
ve vardığı ‘ileri’ aşamaları; insan türü eliyle oluşturulmuş ama insan
doğasına, çevreye ve tüm canlı yaşamına en
aykırı bir sistem ve düzen olarak nitelemek abartılı olmaz. Bu nedenle de,
icraatları ile yaşadığımız gezegeni “toplu yok oluş”a adım adım götürmeye kararlı,
gözü dönmüş bu sistemden kurtuluş için gösterilen her gayret, büyük önem
taşıyor.
Bundandır
ki; insanlık tarihinde, bu düzene alternatif üretme düşüncelerinin en
kapsamlısı olan Marksizmin, hayata geçirilmeye dönük pratiği iddiası ile yaşanan büyük deneyin
etraflıca incelenmesi ve başarısızlığının muhasebesinin yapılması yaşamsal önemde.
Bu
çerçevede, kendi mücadele deneyimlerimden de yararlanarak Ekim Devrimi’nin 100.
yılında düşüncelerimi yazmayı bu hafta da sürdürüyorum.
“Soğuk savaş yıllarında solun arkasındaSSCB mi vardı?” ve
“Ekim Devrimi: Devleti ele geçirmeninyetmediği kanıtlandı…” başlığıyla yayınlanan yazılarımda bıraktığım
yerden devam ediyorum…
Ekim Devrimi sonrası kurulan Sovyet devleti ve ikinci
dünya savaşı sonrası genişleyen sosyalist ülkeler topluluğu, Soğuk Savaş dönemi
olarak adlandırılan iki kutuplu dünyada Türkiye’deki rejimin niteliğini de
büyük ölçüde etkiledi.
Marks’ın öngördüğü ve teorisinin hayata geçirilmesinin
şartı saydığı, ileri kapitalist ülkelerden başlayacağı beklenen “dünya devrimi”
gerçekleşmeyince, SSCB geçirdiği çeşitli evrelerle ayakta kalma yolları aradı. Devrimin
ilk günlerinden başlayarak kurmakta oldukları rejimi “tek ülkede de olsa”
ayakta tutma çabası ve gayreti SSCB’yi bir ”milli
devlet” dünya ölçeğinde izlenen politikalarını da “milli politikalar”
haline dönüştürdü.
Bu noktadan bakınca, “Komünist Enternasyonal” (Komintern) ve “Kominform” yıllarında da kardeş partilere ve izleyecekleri
politikalara yönelik tutumların doğal olarak “tek ülkede sosyalizmi” ayakta
tutmaya yönelik olduğunu tespit etmek kolaylaşıyor.
Kapitalist ülkelerdeki legal ve Türkiye’deki gibi
illegal kardeş partiler de “enternasyonalist
dayanışma” adı altında bu “milli devletin” ve onun varlığına zarar vermeyecek
“milli politikalarının” destekçisi
oldular.
Ciddi kitle desteğine sahip Komünist partiler de, tarihi TKP gibi kimi zaman
sönümlendirilmiş, kimi zaman da “dış büro” olarak varlık gösteren partiler de
benzeri politikalar izlediler.
“Barış içinde bir arada yaşama” politikası, milli
devlet SSCB’nin ve ikinci dünya savaşı sonrası şekillenen “sosyalist ülkeler
topluluğu”nu sınır olarak sabitledi.
Bu nedenle de, “Batı Bloku” olarak adlandırılan kampta
yer alan ABD müttefiki ve NATO şemsiyesi altındaki Türkiye’ye SSCB (sanılanın
aksine) hiçbir şekilde kendi sistemini ve rejimini ihraç etmeye ya da bunun
yolunu kolaylaştırmaya dönük bir çaba
içinde olmadı.
SSCB ile en uzun sınıra sahip Türkiye’nin “komünizm tehlikesi” propagandası ve bunu
canlı tutmak için gerçekleştirdiği çeşitli nokta operasyonları, belli kişileri
tutuklamalar; NATO şemsiyesi altına girmeyi ve sürekli ABD’den (maddi/askeri) yardım almayı sağlamaya dönük
illüzyoncu politikalardan öteye geçmedi. (Türkiye’de
yıllar sonra konuşan istihbarat ve emniyet yetkililerinin itirafları da bunu
doğrular nitelikte…)
TKP’DE
‘İŞÇİ’NİN SESİ’ VAKASI…
‘1973 atılımı’
olarak nitelenen girişim, tarihi TKP’nin kapılarını, uzun dönem kendisine sıcak
bakmayan “devrimci gençlik” içinden sol sosyalist mücadele insanlarını partiye
kabul etme dönemini ifade eder. TKP o yıllardan sonra esas olarak Türkiye’de
bir varlık gösterir konuma gelebildi. Türkiye’de yükselen gençlik ve işçi
sınıfı hareketi ülke içinde örgütlenmeye başlayan tarihi TKP’yi de hızla
canlandırdı. Sendikal mücadele, kitlesel
mitingler, yığınsal 1 Mayıs kutlamaları hep bu döneme rastlar.
Tam da bu hareketli ortamda TKP içinde bir broşür elden
ele dolaşmaya başladı: “Emperyalizmin Zayıf
Halkası Türkiye…” (Elbette yazı konum,
bu hareketi incelemeye yönelik olmadığı için özetle aktarıyorum.)
Tarihi TKP’nin Merkez Komitesi üyeliğine yükselmiş,
İngiltere’de parti örgütünün
sekreterliğini üstlenmiş ve “İşçinin
Sesi” adlı bir gazete yayınlamakta olan R. Yürükoğlu (Nihat Akseymen) bu broşürü yayınladıktan sonra işler aniden
değişiverdi. O döneme dek parti içinde ‘makbul’ bir kişi olarak bilinen, Genel
Sekreter İ. Bilen’in gözde
yoldaşlarından biri olarak tanınan Yürükoğlu bu broşür sonrası birden
“istenmeyen adam” ilan ediliverdi.
Bu ilan ediliş, broşür yayınlanır yayınlanmaz
gerçekleşmedi tabii. Broşür bir süre parti örgütleri içinde, hele legal
faaliyet gösteren yurt dışı parti örgütlerinde epey okunur ve olağan bir
şekilde tartışılır, “parti içinde MK
üyesi bir yoldaşımızın değerli çalışması” şeklinde nitelenirken birden bire
ne olduysa oldu.
Broşür; SSCB’nin “Barış
içinde bir arada yaşama” politikasına son derece aykırı, “emperyalizmin zayıf halkası” olarak
nitelenen Türkiye’de yükselen devrimci işçi sınıfı ve gençlik hareketinin ‘gereğini
yapması’ yönünde bir çağrı ve tarihi TKP’ye politika değişikliği dayatması
idi.
İşler doğal seyrinde akarken, aslında TKP Merkez
Komitesi ve Politbürosu bir süre broşürün konuşulup tartışılmasına katkıda bile
bulunmuştu. Ama broşürün parti içinde ciddi bir taraftar bulması üzerine,
muhtemelen SSCB ve SBKP tarafından uyarılan Genel Sekreter İ.Bilen; R. Yürükoğlu’nu da
broşürü de partiden, parti örgütlerinden uzaklaştırdı. Yıkıcı hizip ilan edilen İşçinin Sesi yanlısı TKP üyeleri, ülke
içinde ve dışında yer yer güç ve zor
kullanılarak partiden uzaklaştırıldı. (Bugün
irdelerken gerçeği daha net görebiliyorum. O günkü ortamda ben de bu tasfiyeye
sessiz kalmıştım. Sessiz kalınmasa da; bir Sovyetik KP’de sonucun
değiştirilmesi mümkün değildi.)
* * *
Konumuza dönersek; SSCB ‘milli dış politikası’na ve ona aykırı davranmanın faturası, Türkiye’deki
“kardeş parti” ve onun yerel politika üretme çabasının üzerine “balyoz” gibi
indiğini bu örnekte net olarak görmek mümkün.
Sovyetler Birliği döneminin gizli devlet ve SBKP
arşivleri henüz gün yüzüne çıkmadığından net olarak belgeleyebilmek şimdilik
mümkün değil ama, tahminlerde bulunmamıza bir engel de yok.
Türkiye’de yıllardır yapılan yoğun propagandanın ve
“SSCB bağlantılı komünist” olarak tescillenmiş insanlara yapılan zulmün
gerekçelerinin tersine, ne SSCB, ne de SBKP (Sovyetler Birliği Komünist
Partisi) Türkiye’de bir rejim değişikliğini istemedi, hatta engelledi.
Tabii SSCB büyük bir devletti. İlla, SSCB Türkiye içinde bir faaliyet yaptı denirse
-ki muhtemelen yapmıştır-, kanaatimce
bu faaliyeti Türkiye’de ABD’ye mesafeli bir Baas rejimi kurmak için hareket eden, örgütlenen (ama başarısız
olan) Kemalist yapılara destek niteliğinde yapmış olması daha akla yatkın
görünüyor…
* * *
İnsanlığın; özgürlüğün kazanıldığı, eşitlik içinde,
adaletli sınıfsız demokratik bir toplum
kurma hayali sürüyor, gerçek olması için hamasetten uzak, mücadele
deneyimlerini irdeleme gayreti de zaten bunun için gerekli.
Yalçın Ergündoğan
[ Bu makale ilk kez 13 Kasım 2017 tarihinde ARTI GERÇEK internet gazetesinde yayınlanmıştır: https://amp.artigercek.com/yazarlar/yalcin_ergundogan/atilim-yapmis-tarihi-tkp-ye-ortulu-sscb-freni ]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder