14 Aralık 2019 Cumartesi

Devletin tutumu... // Nasıl bir 'komedi' bu?



Devletin tutumu... 



Takvimlerde ve insanlığın demokrasi tarihinde 19 Ocak 2007, ‘kara günler’ listesine kazındı. 

23 Ocak 2007 de tarihe ve belleklere vakur, bilinçli, kararlı bir tepki yoğunlaşmasının sessizce de ifade edilebileceğini, belki de bazen bu gibi denk düşen zamanlarda, daha anlamlı ve etkili olabileceğini kaydetti.

* * *

2004 yılında Sabiha Gökçen’le ilgili Agos gazetesinde yayınlanan haberden ve haberi Hürriyet’in alıntılayarak manşetinden duyurmasından sonra Hrant Dink İstanbul Vali yardımcısı tarafından makama davet edilmiş. Vali yardımcısının kısa girizgahından sonra, yanında bulunan konuklar(!) sözü almışlar ve bir daha ara vermemecesine konuşmuşlar da konuşmuşlar. 




Hrant Dink yazıyor: ”Dikkatli olmamı, ülkeyi ve ortamı gerecek girişimlerden kaçınmamı telkin ediyordu: ‘Sizin yazdığınız bazı yazılardan, her ne kadar üslubunuza katılmasak da, niyetinizin kötü olmadığını anlayabiliyoruz, ancak herkes bunu böyle anlamayabilir ve toplumun tepkisini üzerinize çekebilirsiniz’ diyerek beni kerelerce uyarıyordu...”


* * *

Türkiye’de siysi cinayetlere karşı devletin bakışı ve tutumu aslında yukarıdaki yaklaşımda saklı. Devletin Valisi, yine devletin ‘istihbarat’ birimlerinin talebi ile bir yurttaşı, bir gazeteciyi, yazarı makama çağırabiliyor. Çağırmakla da kalmayıp, hiç bir yanlış anlamaya neden olmayacak şekilde açıkça ‘tehdit' edebiliyor. Göz dağı verebiliyor. 




Demokratik bir ülke yönetiminin tersine, mevcut yasalarla koruma altına alınmış olmasına rağmen, yazarın görüşlerini dilediği açıklıkta ifade etmesinin ‘sakıncalar doğurabileceği’, kendilerinin de çaresiz (!) kalabileceği, “iyisi mi, bu tür yayınlar yapmamasının en doğru ve sağlıklı yol olacağı” kendisine tebliğ ediliyor.




Hrant Dink cinayeti sonrası, bu olayın üzerinde neden fazla durulmadı, anlamak zor aslında. İstanbul Valisi olayı doğruladı. Ama içeriğine değinmedi. İçişleri Bakanlığı da bu konuda bir açıklama yapmadı. Soruşturma yapılması gereken bu konuda henüz bir girişim yok.




Bence, meselenin püf noktası burada. Devlet örgütünün ‘derini-şeffafı’, emniyeti, istihbarat birimleri, güvenlik birimleri bütününün taşıdığı mantık da bu zaten. Yurttaş, yazar, fazla ‘ileriye’ gitmeyecek. Düşünce ve ifade özgürlüğü kimi yasalarla güvence altına alınmış olsa da, ( 301. madde gibi kimileri de bunun önünü kesmeye göre dizayn edilmiş ) öyle aykırı, ezber bozabilecek fikir ve düşünceleri açıklama serbestisi bu bürokrasi ( silahlı-silahsız ) tarafından hep engellenmek istenmiştir. Kendilerini hep ‘hizaya getirmek’le görevlendirmişlerdir.


 Demokratik bir ülkede, devlet bürokrasisinin, yurttaşını hizaya getirmek için, makama çağırma ve gözdağı verme görevi yoktur. Yapılan da açıkça ‘suçtur’. Güvenlik birimlerinin, devlet aygıtının görevi; yurttaşının her ne koşulda olursa olsun ‘güvenliğini’, en başta da ‘can güvenliğini’ koruma görevi vardır. “Böyle devam edersen, böyle yazmayı sürdürürsen sokakta başına gelecekleri bil” şeklinde ‘haddini bildirme’ yetkisi de görevi de yoktur.



 Sokak saldırganlığını güçlendiren aslında bu zihniyet ve devletin bu tutumudur. Yeni değildir. Yasalar değişmiş olsa da, yıllardır uygulana gelen budur.

 Cinayet olayı ile ilgili sanıklardan birinin mahkemeye götürülürken, olanca aldırmazlığıyla “Orhan Pamuk akıllı olsun!” şeklindeki haykırışının geri planında yatan da, devletin bu tutumu ve cesaretlendiriciliğidir...






[ Bu makale ilk olarak 27 Ocak 2007 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır. ]



                        =============================================




Nasıl bir ‘komedi’ bu?



İçimi acıtıyor. Olan bitenin tümü içimi acıtıyor. 
Yıllar önceydi. Ne coşku ile atılmıştık siyasi mücadeleye. Ülkemizi seviyorduk. Taşı ile toprağı ile, doğasıyla, tüm canlılarıyla seviyorduk, ayrımsız. Gencecik bedenlerimizi bile siper etmiştik hain saldırılara. Eşitlik, özgürlük, adalet istiyorduk... 
Kimilerimiz ya çektiği acıların verdiği onulmaz yaraların ortaya çıkarttığı hastalıklardan ya da kör kurşunlarla/infazlarla zamansız ayrıldı aramızdan. (Lafın gelişi işte. 

Ölümün zamanı mı olur? Tüm ölümler zamansızdır.
Soğuk savaşın esen tüm soğuk rüzgarlarından fazlasıyla nasibini aldı Türkiye ve bu ülkede yaşayanlar. Bir türlü tanışamadı ülkemiz ve halkımız demokrasi ile...

Ama , çok acı kayıplarla da olsa, demokrasi mücadelesi yine sürüyor...

* * *



Hiç unutmuyorum “o günü”... 

Gazetede, “Hrant’ı vurmuşlar” diye haykıran bir arkadaşın acı sesiyle sarsılmış ve Agos’un önüne koşuşmuştuk... 

Aradan bir yılı aşkın bir zaman geçmiş. Aslında çok açık olan “sinsi cinayetin” planı henüz çözülmemiş görünüyor resmi kayıtlarda. Daha doğrusu, demokrasi güçleri, Hrant’ın arkadaşları bıraksa çoktan “çözülecek(!)" cinayetin düğümü. Çünkü devlete göre planın çözümü zaten basit, “fail” de yakalanmış. 

18’ine henüz basmış “bir genç ve kafası bozulan bir grup arkadaşı” planlamış ve gerçekleştirmişlerdi cinayeti... İşte bu kadar. Daha üstüne gitmeye ne gerek vardı. 
Ne gerek var arkasında “örgüt” aramaya. Devletin kendisi idi, Ergenekon’du, şuydu buydu...

Hrant'a yönelik saldırıların dozu artıp Agos'un önünde tehditkâr gösteriler yapılmaya başlanınca bir grup arkadaş topluca Agos'ta Hrant Dink'i ziyarete gitmiştik.


* * *


Her duruşma öncesi olduğu gibi bu kez de “Hrant’ın Arkadaşları” imzalı çağrı metni ulaşıyor elime: “Hrant için, Adalet için...” 

Ama bu kez çağrının içeriği farklı. 

Yasin Hayal
“Dava, sanık O.S. 18 yaşından küçük olduğu için "kapalı duruşma" olarak görülüyordu. İstanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki bugünkü duruşmada, sanık O. S. 18 yaşını doldurduğu için, sanıkların mahkemedeki ifadeleri haber olarak yayınlanabilecek ve duruşma “aleni” yapılacak...”



* * *

Sabah erkenden Beşiktaş’ın yolunu tutuyorum... 
Her zaman olduğu gibi güvenlik önlemleri geniş tutulmuş. Arama noktalarından bir bir geçiyorum ve itiş kakışla da olsa “gazeteci kimliğimi” gösterip duruşmanın yapılacağı salonun bekleme alanına giriyorum. Uzun bekleyişten sonra mahkeme kapıları açılıyor, önce avukatlar içeri alınıyor. 

Ardından da benim de aralarında bulunduğum bir grup “şanslı” gazeteci içeri giriyor. Değerli yazar Adalet Ağaoğlu geçiyor aramızdan. O da, geçen duruşmalarda kapı önünde beklemekten kurtulup bu kez içeri giren “şanslılardan”. Şükür ki, ona oturacak bir yer bulunuyor. Sanıklar yerlerini alıyor. 

Açık yapılan duruşmanın havasız ve küçük salonunda itişmelerle yönlendiğim bir alanda nihayet duruyorum. O da ne? Tam sanıkların ahşap bir korkulukla çevrelenmiş oturma alanlarının arkasındayım, önümde jandarmalar...

O korkunç cinayet ve sonrasında sık sık televizyonlara yansıyan görüntülerinden aşina olduğum sanıklar, Ogün Samast’lar, Yasin Hayal’ler hemen önümde duruyor... 

Tuhaf ve tarifi imkansız ya da çok zor bir duygu kaplıyor içimi. 
Gözümün önünden bir film şeridi gibi akıp geçiyor olaylar... 

Katille Türk bayrağı önünde hatıra fotoğrafı

Duruşmada izlenen seyir beni şaşırtıyor. Duruşma yargıcı, bir ‘film yönetmeni’ edasıyla sanıkları ve avukatları uyarıyor: 

“Duruşma sesli ve görüntülü olarak banda kaydediliyor. Konuşmadan önce adınızı ve sıfatınızı belirtmeyi unutmayın!” 

Gerçekten de duruşma kaydediliyor ve mahkeme duvarına asılı dev ekranlardan da aynı anda görüntüler yansıtılıyor. 

Yargıç Yasin Hayal’e sesleniyor: 

“Olmadı arkadaşım. Tekrarla. Konuşmaya başlamadan önce adını soyadını söyle!” Yasin Hayal de yargıcın uyarısını dikkate alıyor ve olabileceği en sempatik hale bürünerek ifadesine başlıyor: "Medya mensuplarına saygılarımı sunuyorum. Onların huzurunda Türk İslam aleminin lideri sayın Muhsin Yazıcıoğlu'nu selamlıyorum. 
Ey Müslümanlar, Ey Alperenler kalbinizi ferah tutun. BBP iktidara gelene kadar bu kervan yürümeye devam edecek..."


Ardından basına yansıyan bildik ifadeler. Gözümüzün içine bakarak uygulanan nasıl bir “komedi”dir bu?.. Daha ne kadar sürecek. Göreceğiz...







[ Bu makale ilk olarak 12 Temmuz 2008 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır. ]


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İZMİR'de ilk gösterim: Doğum gününde "Ahmed Arif'in Hasreti" belgeseli...

  İZMİR'de ilk gösterim: Doğum gününde "Ahmed Arif'in Hasreti" belgeseli... ✓ 21 Nisan Pazar günü yine Kültürpark'ın ...