Yalçın Ergündoğan
--------------------------
Hatırlayalım.
Diyalektik akışa ilişkin Karl Marx’ın
açıklayıcı, önemli bir tespiti vardı. Bu tespite göre; burjuvazi modern sanayi
devrimi ile sahip olduklarını elinden alabilecek bir güç olarak proletaryayı, yani bizzat kendisinin “mezar kazıcısı”nı zorunlu bir döngü
kaçınılmazlığıyla yaratmıştı.
Günümüzde de; otoriter, faşizan, diktatoryal rejimler ayakta kalabilmek için baskılarını arttırdıkça, bizzat “mezar kazıcıları”nı da yaratıyorlar.
Tarihte pek
çok örneğine rastladığımız olayların kitaplardan okuduğumuz öykülerine, şimdi
bizzat kendimiz yaşayarak tanıklık ediyoruz.
Nasıl bir
hafta geçirdik, hepimizin malûmu. Tekrarlamaya gerek yok. Deniz Yücel’in tahliyesi, Selahattin
Demirtaş’ın Türkiye’yi çalkalayacak, rejimi
sarsacak önemde yaptığı açıklamalar, kendisini zindanda tutan gücü
yargılayan savunması…
Ve tabii
tüm dünyanın hayretler içinde kalarak, şaşkınlıkla karşıladığı “ağırlaştırılmış müebbet hapis” ile
sonuçlanan “Altan kardeşler” ya da
‘gazeteciliğin yargılanması’ davası…
Sonunda,
tüm dünya kamuoyunun gözünün içine bakarak, İstanbul 26'ncı Ağır
Ceza Mahkemesi en küçük
somut bir delil olmaksızın, daha doğrusu böyle bir şeye ihtiyaç duymadan
hükmünü verdi: Türk Ceza Kanunu’nun
(TCK) ‘Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya
teşebbüs’ suçunu düzenleyen 309/1’inci maddesi uyarınca tutuklu sanıklar Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Fevzi Yazıcı, Yakup Şimşek ve Şükrü Tuğrul Özşengül hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası...
Ahmet
Altan’ın savunmasında vurguladığı ve bu mahkeme kararı ile de tescillendiğine
göre; “artık generaller değil, yazarlar
darbeci” sayılıyordu. Hiçbir cebir, şiddet, silah kullanmadan televizyonda
kendilerini izleyenlere bakışlarıyla verdikleri mesajlarla ve yazdıklarıyla…
İnsanlığın
yüzyıllardır verdiği mücadelelerle, büyük bedeller ödenerek imbikten damlaya
damlaya süzülerek ortaya çıkan “evrensel
hukuk”un henüz uğramadığı, hukukun kırıntılarıyla idare edilen toplumlarda,
o kırıntılar da ortadan kalktığında durum bundan ibaret oluyor elbette.
Meydan
okuyan dik duruşlarından milim sapmayan “Altan
kardeşler”den Ahmet Altan,
hukuku şiirsel bir dille bakın nasıl betimliyor, birlikte okuyalım:
“Hukuk,
Olympos’ta yaşayan bir Zeus gibi
dokunulmaz ve ulaşılmazdır. Her zorba, her zalim, her diktatör hukuku öldürmek
ister ama hiçbirinin gücü buna yetmez. Hukuk ölümsüzdür.
İnsanlardan
uzakta, kendisine ihtiyaç duyanların gelip kendisine sığınması için sabırla
bekler…
Hukuku,
bulunduğu yüce zirvelerden alıp topluma taşıyacak olan yargıdır.
Sağlam
zırhlarla kuşanmış yargı, parlak ve güçlü kanatlarıyla hukuk tanrısını topluma
ulaştırır.
Hukuk,
toplumla buluştuğunda Adalet Tanrıçası
ortaya çıkar.
Adalet
Tanrıçasının emzirdiği toplumlar huzura, güvene, berekete kavuşur, haksızlıklar
önlenir, soygunlar, zulümler sona erer.
Hukuk,
yargı, adalet üçgeninde, bu kutsal zincirde vurulabilecek, yaralanabilecek,
ölebilecek tek zayıf halka yargıdır.
Bu yüzden
her zorbanın, her diktatörün ilk hedefi yargı olur.
Hukuku
kanatlarında taşıyarak göklerde uçan bir yargı ne kadar ışıklı, ne kadar güçlü,
ne kadar görkemli, ne kadar hayranlık uyandırıcı, ne kadar güven vericiyse,
vurulan, yaralanan, ölen bir yargı da o kadar çirkin, o kadar iğrenç, o kadar
iticidir.
Yargı
vurulup düştüğü anda çürümeye başlar, kurtlanır, kokuşur. Damarlarından kan
yerine irin akar.
Ölen ya da
ölmekte olan bir yargı öyle korkunç kokar ki cehennem bile o kadar kötü kokmaz.
Bugün Türkiye’yi saran bu çürümüş ceset
kokusu, ölmekte olan bir yargının bütün topluma yayılan, herkesi ürküten
kokusudur…” (Ahmet Altan savunmasından,
13 Şubat 2018)
Ahmet
Altan, hukuku böyle betimleyip, romanlarında da sıkça konu ettiği, tarihe “31 Mart Vakası” diye geçen 1909’daki olayla,
kendisinin “darbecilikle” suçlanıp müebbete mahkûm edildiği 15 Temmuz 2016 darbe
girişiminin paralelliklerini de ortaya seriveriyor. 31
Mart / 15 Temmuz karşılaştırması
ve benzerliklerine ilgi duyanlar Ahmet Altan’ın belge niteliğindeki savunmasının
tam metnine şu adresten erişebilir: Ahmet Altan: Bu AKP iktidarı gidecek; bir daha söylüyorum, kötü bir piyesin sonuna geliyoruz!
“ZORLA
HAPİSTE TUTULUYORUM”
Savunmasında,
“mahkemeye ve yeni savcıya soruyorum:
Sekiz aydır neden hiçbir savunmamı dikkate almadınız, neden adeta bilinçli ve
kasıtlı bir şekilde yok saydınız?”
diye soran Mehmet Altan ise,
kendisini “zorla hapiste tutulan kişi”
olarak tanımlıyor.
Mehmet Altan,
Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamayarak suç işleyen mahkemeye şu sözlerle
seslenerek tarihe not düşüyor:
“11 Ocak
2018 Perşembe akşamından itibaren kendimi artık “tutuklu” saymıyorum. Anayasa’nın emredici hükmüne uymayan iki
üye nedeniyle hapishanede zorla tutulan, temel hak ve özgürlükleri ihlâle
uğramış biri olarak tanımlıyorum.”
Mehmet Altan
devamla; “Sanıyorum ki, ta başından beri oynanan bir oyunun, Anayasa
Mahkemesi’nin evrensel hukuk neşteri ile ortaya dökülmesi, deşifre edilmesi, bu
oyunu oynayarak yaşam karartma peşinde koşan bir takım görevlileri rahatsız
etti.
Sayın
Mahkeme, son duruşmada da söylediğim gibi ben yargılanmıyorum, “yargılanıyormuşum
gibi yapılıyor.” Ben gözaltına alındığım 10 Eylül 2016 tarihinden
bugüne kadar hep aynı matbu kağıtla hapiste tutuldum.
Hiçbir
delil söz konusu olmadı. Artık Anayasa Mahkemesi’nin de saptadığı gibi, suç
olmayınca, delil de olmuyor…” (Mehmet
Altan savunmasından, 13 Şubat 2018)
Görüldüğü gibi otoriter, diktatoryal “tek adam” rejimleri de varlıklarını ve hegemonyalarını sürdürmek, devrilmemek, düşmemek için; tıpkı bisiklet sürücüleri gibi, bisikletin pedalını duraksamadan çevirmek zorundalar…
Ama bunu
yaparken de; bu rejimler galiba direnen, dik duran, insanlığın yüz akı kişileri
de (diyalektik bütünlük içinde) çoğaltıyorlar.
Yani rejimlerinin mezar kazıcılarını
da kendi elleriyle yaratıyorlar!..
*
* *
Ben sözü
izninizle, durumu gayet iyi özetleyen; Ahmet Altan’ın kızı Sanem Altan’a bırakmak istiyorum:
“Bu kadar
net somutlaştırılmış bir hukuksuzluk tüm dünyanın ilgisini çekecek bir şey. Bu
adamları yok etmek istiyorlarsa, ki ağırlaştırılmış müebbet babamın da dediği
gibi sen ‘hapishanede öl’ demek,
bunun tam tersi oldu ve tüm ışıkları bu adamların üstüne çekti. Dünyada
gördüğüm en akılsız karar. Kötülük yapmak için bile zekâya ihtiyaç var ve
burada onu bile göremiyoruz…” (Deutsche Welle’den
Gezal Acer’in röportajından,16 Şubat 2018)
Yalçın Ergündoğan
________________________________________________________
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder