Artık “yepyeni” Türkiye’deyiz!..
Yalçın Ergündoğan
--------------------------
“…’İslamcı terör
örgütü üyesi’ olmakla
tutuklanıp daha sonra malum bir genişlik ve rahatlıkla suçlanarak, derhal
bırakılmamı engelleyecek şark usulü bir kurnazlıkla algı operasyonundan medet
umuldu.”
“Bir
yandan da 10 satırlık “hukuk ve demokrasi” hatırlatmasından dolayı kanıtsız,
delilsiz, hukuksuz suçlamalar ve hakimlerin buna itiraz etmeden, suç olmayan
bir suçlamayı kabul etmesine, yarın bir skandal olarak yargı tarihine
bırakılacak bir hüküm paragrafıyla tutuklanmama, devamında hiç bir somut ve
kanıta dayanmayan algı ve niyet okuma ile müebbet hapis cezasına çarptırılmak
istenmeme ve hukuki tüm itirazlarımın okunmadan
reddedilmesine kadar ürkütücü bir sürecin mağduruyum.”
“…’Evrensel düzeyde’ olma çabasındaki bir “yazarlık gayreti’’ ve ‘‘çaycı markası’’
gibi sadece yerel olmayan bir “akademisyenlik” için en önemli
özellik “itiraz kültürü” ile
yıkanmış olmasıdır. Bu yazarlar ve
akademisyenler için “biat kültürü” ya da “emir-komuta” içinde yer
alma söz konusu olamaz. Tek pusulaları kendi doğru bildikleri gerçeklerdir.
Gerçekleri arama uğraşısıdır.
İddia makamının, yazarlık ya da akademisyenlik konusunda
bilgisi ve birikimi nedir bilemiyorum ama bunları ilk imzasını 49 yıl önce
gören, 40’a yakın kitabı olan bir
yazar, 31 yıllık bir akademisyen, 24
yıllık bir profesör olarak söylüyorum. Keşke iddianame öncesi, iddia sahibi
biraz da o çabalara bir göz atsa, hukuksal hiç bir zemini olmayan şaşırtıcı
yakıştırmalara kalkışmasaydı.
Maalesef hukukun öldüğü, algı operasyonu üzerinden
yargılama yapıldığı, ‘medya yargıçlığının’ revaçta olduğu, askeri darbe dönemlerinde bile rastlamadığım
bir utanç dönemi yaşıyoruz. Dün ‘’askeri vesayet’’ andıçlamıştı, bu
gün aynısını ‘’siyasi vesayet’’ yapıyor…”
“DEVLETİ ÇETEDEN AYIRAN…”
“Devleti çeteden ayıran en önemli
özellik evrensel hukuk kurallarına
ve kendi çıkardığı yasalara uyma özen ve titizliğidir. Devletin yaptırım gücü,
hukuksal mevzuattan koptuğu an orman yasaları devreye girer. Devleti ele
geçirdiğini sanan güç, istediğine istediğini yapmaya başlar. Hukuk buharlaşır.”
* * *
Yukarıdaki
satırları Prof. Mehmet Altan’ın 21 Haziran 2017 tarihli savunmasından
aktardım. Mehmet Altan, 1 seneyi aşkındır tutuklu bulunuyor.
Aynı cezaevini paylaşan abisi Ahmet
Altan’la bir kere olsun görüştürülmedi.
Mehmet
Altan’ın hakkında“Anayasal düzeni ortadan
kaldırmaya çalışmak”, “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya çalışmak” ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ortadan
kaldırmaya çalışmak” suçlamalarıyla üçer
kez ağırlaştırılmış müebbet ve “Silahlı terör örgütüne üye olmamakla
birlikte örgüt adına suç işleme” iddiası ile de müebbete ilaveten 15 yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Mehmet Altan
aynı savunmasında illegal bir faaliyet ve yapılanma içinde olmadığını ise; şu
sözlerle kendisini yargılayan heyete aktarıyor:
“BEN ÇETİN ALTAN’IN OĞLUYUM…”
“Sayın heyet, ben Çetin Altan’ın oğluyum.
Babam bize “en sessiz söyleyeceğin ancak Taksim
Meydanında söyleyeceğin olsun” öğüdünü kazımıştır.
Ben haklıyım, işlediğim bir suç yok.
Korkacak, gizleyecek bir şeyim olamaz.
Bu güne kadar ne yazmak istiyorsam, onu
yazdım.
Yazılarım okunduğunda, ne anlatmak
istiyorsam o anlaşıldı.
Şimdiye kadar bunun tek istisnası,
iddianameye konu bu iki yazımı okuyan iddia makamı oldu.
İddia makamı, hem yazdıklarımdan hem de
konuşmalarımdan ne anlaşılıyorsa onu anlamak yerine, hislerine göre hiç olmayan
anlamlar çıkarmayı tercih etti. Nedense...
Korkmadığım için, sinmediğim için,
ezbere uymadığım için, tetikçi olmadığım için, özgürlük, demokrasi ve hukuk
mücadelemden hiç vazgeçmediğim için, her türlü diktaya, vesayete karşı durduğum
bu gün buradayım ve 3 kez müebbet hapis
cezası istemi ile yargılanıyorum…”
ANAYASA MAHKEMESİ’NİN KARARI
Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan ve Türkiye’nin
geldiği son durumu kuşkuya yer
bırakmayacak şekilde belleklere kazıyan gelişmesinin kahramanlarından biriydi Mehmet Altan.
Anayasa Mahkemesi, Mehmet Altan ve Şahin Alpay'ın yaptıkları kişisel
başvuruları görüştü. Mahkeme, tutuklamanın
hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna, tutuklanma dolayısıyla hak ihlaline
uğradıklarına karar verdi. AYM ayrıca
Mehmet Altan'a 20 bin TL tazminat ödenmesine hükmetti.
Saray ve hükümet
yetkilileri Anayasa Mahkemesi’nin kararına sert tepki gösterdi.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ, yaptığı açıklamada AYM'ni “yasal sınırlarını aşıp vaka ve delil durumunu değerlendirmekle” itham etti. Kararı, “Can Dündar kararının kötü bir tekrarı” olarak niteledi.
Hatırlanacağı gibi, daha öncesinde, Anayasa Mahkemesi’nin gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’le ilgili ‘hak ihlali’ kararına uyan yerel mahkemenin “kararında diretmesi” gerektiğini ifade etmiş olan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tutumu zaten belleklerdeydi. Hatta, Anayasal zorunluluktan ötürü AYM’nin kararını uygulayarak tahliye kararı veren mahkemeye de R. Tayyip Erdoğan’ın kızdığı ve tahliye verilmeyip de dosyanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmesi durumunda, “devletin tazminatı ödeyip konuyu kapatacağını” da ifade ettiği de biliniyordu. (Bknz: “Erdoğan ‘Parası neyse veririz’ demeye getirdi: Devlet AİHM’e o tazminatı öder” başlıklı haber, 4 Mart 2016, Diken.com.tr)
Bu yaklaşım 2016’da idi. O günden bu güne epey mesafe alınmıştı. Artık daha da yeni bir dönem başlamıştı. 2018’deydik.
Türkiye’de bir ”ilk” daha yaşandı ve yerel mahkemeler emredici Anayasa hükmüne uymaya gerek görmeyerek AYM’nin kararını tanımadıklarını açıkladı.
ANAYASA DA AYM DE RAFA…
Gelişen yeni
durum üzerine; Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali yapıldığı”
gerekçesiyle haklarında verdiği tahliye kararı, yargılamayı yapan
mahkemeler tarafından reddedilen tutuklu gazeteciler Şahin Alpay ve Mehmet
Altan’ın avukatları Ergin Cinmen, Figen Albuğa Çalıkuşu, Ferat Çağıl ve Melike Polat ortak bir açıklama yayınladı.
Açıklamada AYM’nin
tahliye kararı sonrasında, iktidardan gelen yorumların hukuki ve
kanuni dayanaktan yoksunluğuna vurgu yapılarak; Anayasa’nın 153/son
hükmü ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 66/1 maddesi gereği; “Mahkeme
kararları kesindir. Mahkeme kararları devletin yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar”
denildi.
Avukatların açıklamasında şu ifadeler de yer aldı:
“Buna göre hiçbir organ, merci, kişi ve kararı uygulayacak olan birinci derece mahkemesi gerekçeli kararı tartışamaz, ihlal sonuçlarının ortadan kaldırılması için gereğini derhal yapmakla yükümlüdür. Bu yasal düzenlemeler değişmedikçe aksi hal mümkün değildir. Anayasa hükümleri bariz bir şekilde ihlal edilmeye devam edilirken, TC Anayasası ile kurulmuş Anayasa Mahkemesi kararına göre tutukluluğun devamında ısrar edilmekle; Anayasa’nın 19.maddesinde düzenlenen ve güvence altına alınan “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” ihlal edilmekte ve “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma (TCK 109.madde)” suçu her an vücut bulmaya devam etmektedir.
OHAL KHK’ları için iptal kararının reddine karar verirken Anayasa
Mahkemesi saygın, temel hak ve özgürlükler noktasında karar verirken ise
saldırılan bir mahkeme olmamalıdır. Hukuk vicdanı olan tüm hukukçuları, hukuk
güvenliği altında ülkesinde yaşamak isteyen ve hukukun üstünlüğüne inanan
herkesi hukuka sahip çıkmaya, gerçekler üzerinden konuşma ve tartışmaya davet
ediyoruz…”
‘ŞEKLİ
HUKUK DEVLETİ’NİN DE SONU
Türkiye’nin evrensel kalibredeki hukukçularından biri olan, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi, Prof. Dr. Yaman Akdeniz de Bianet’e yaptığı açıklamada şunları ifade ediyor:
"...Yerel mahkemelerin ya da diğer tüm
mahkemelerin, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararını sorgulama hakkı yok, ağır ceza
mahkemelerinin 'değerlendirme süreci' diye bir şey söz konusu değil. Ancak
gereğini yapabilir.
AYM’nin kararı kısa da olabilir, gerekçeli de olabilir, uzun kararı görmek zorunda değil yerel mahkeme. Kararı reddetme, ‘uygulamıyorum’ deme şansı ve lüksü yok. Bu kararı uygulamak zorundalar.
Bu kararla da tek ihtimal var, o da tahliye... Bu, yerel mahkemenin istinafa ya da Yargıtay’a direnmesi gibi bir şey değil, AYM ile ilgili böyle bir ‘direnme’ süreci yok. Bu karar, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki (AİHM) durumunu, AİHM başvurularıyla ilgili tavrını da etkiler. Çünkü AİHM, Türkiye'de bağımsız yargı olduğu kabulüyle karar alıyor…” “AYM kararının uygulanmaması gibi bir pratiğin daha önce yaşanmadığını” da belirten Prof. Dr. Akdeniz şöyle devam ediyor: “Bazı kararlar sonrasında, örneğin AYM’nin Twitter kararıyla ilgili verdiği ihlalle ilgili mahkeme başvurumuzda, mahkeme, kararın ellerine ulaşmadığını söylemişti ve bir günlük gecikme olmuştu. Bazı kararlarda mahkeme, AYM’nin [ilk/kısa] kararının ellerine ulaşmasını beklediği için gecikme yaşanmıştı. Ancak AYM’nin ihlal kararı mahkemeye ulaştığında karar uygulanmıştı. Uygulamama gibi bir pratik daha önce yok.”
AYM kararını
da değerlendiren Yaman Akdeniz şu
hususlara da dikkat çekiyor: “AYM, tutukluluğa ilişkin yaptığı değerlendirmede,
kuvvetli şüphe ve delil yokluğuna
dikkat çekiyor. Ayrıca, dosyanın içeriğinin - tam olarak bu ifadeyi kullanmasa
da - gazetecilik faaliyetiyle, yazılarıyla ilgili olduğunu söylüyor. Bu
kapsamda da ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna
varıyor. Sanık avukatları bu değerlendirmeyi esasa ilişkin savunmalarında
da kullanacaktır. AYM kararına göre, ifade ve basın özgürlüğü ihlal edildiyse,
yargılanma ve tutuklanma sebebi de buysa, karar davanın esasını da etkiler.
Yargılamada da beraat anlamına gelir. Yani, AYM’nin kararı, derhal tahliye ve derhal beraat anlamına geliyor…” (“AYM
Kararı Bugün de Uygulanmazsa, Sonu Siyasi Krize Varır”, Bianet.org, 12 Ocak 2018)
2018
Türkiye’sinin artık tartışmaya yer bırakmayacak şekilde geldiği yeni hatta, “yepyeni” durumu açıklaması için ben,
şimdi zaman tünelinde tarihi 1763’e
çekiyor ve sözü burada Jean-Jacques Rousseau’ya bırakıyorum:
“Dağılma önce hükümetin yasalara
göre yönetmemeye başlaması ve devlet gücünü zorla ele geçirmesi ile olur.
O zaman önemli
bir değişiklik meydana gelir.
Hükümet değil
devletin kendisi sıkışıp daralır.
Yani büyük
devlet eriyip gider ve onun içinde yalnız hükümet üyelerinin kurduğu bir başka
devlet ortaya çıkar demek istiyorum.
Bu da
halkın geri kalanı için efendiden, zorbadan başka bir şey değildir.”
(Mehmet Altan’ın savunmasında da kullandığı, Jean-Jacques
Rousseau’nun 1763 yılında yazdığı ‘‘Toplum Sözleşmesi’’ kitabından, T. İş Bankası Yayınları, Sf.83)
Yalçın Ergündoğan
________________________________________________________________________
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder