Türkiye’nin üzerindeki kara bulutlar bir türlü dağılmıyor. Kötücül atmosfer giderekten bir karabasan
gibi hepimizin üzerine çöküyor. Soluk
alma imkanı da daraldıkça daralıyor.
Boğucu ortamlarda, ben haritayı önüme serip bakmaya ve oradan dünyayı
anlamaya çalışmayı çok severim. Gene öyle yaptım. Coğrafi olarak Türkiye’nin
yeri, hiçbir dünya ülkesinin, -hele ki gücü elinde bulunduranların- görmezden
gelebileceği, ‘ne haliniz varsa görün’
diyerek kendi haline terk edebileceği bir konumda değil.
Ülkelerin üzerine oturduğu coğrafyalar, kimilerine şans ve avantaj
getirir. Ama Türkiye’nin oturduğu coğrafya nedense üzerinde yaşayan halklara
hep acı ve ızdırap getirdi, getiriyor.
Türkiye yıllarca, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile uzun
bir sınıra sahip olduğu için demokrasinin uzağından bile geçemedi. Ülke bir
tampon bölge haline getirilerek, ‘soğuk savaş’ın amansız baskılarını sürekli
üzerinde hissetti, yaşadı. Karanlık
‘derin’ örgütlenmelerin, yapıların başlıcalarını da, dahil olduğu NATO’cu
kamp nedeniyle hep o dönemde edindi.
İki kutuplu soğuk savaş dönemi bitti, tam ‘acaba şimdi demokrasiyle tanışıyor muyuz’ derken Sovyetler
Birliği’ni boğma projesi olan ‘yeşil kuşak’ yerini bu kez ‘Büyük
Ortadoğu Projesi’ (BOP)’ne bıraktı.
Ortadoğu’daki diktatörlükleri yıkıp, yerine o ülkelere ‘demokrasi
getirme’ projesi olarak pompalanıp, servis edilen ‘Arap Baharı’ tam bir felakete dönüştü…
Demokrasiyle tanışma umudu şöyle dursun; kendimizi derin ve koyu bir
karanlığın içine doğru sürüklenir bulduk… Her gün karşılaştıklarımız,
yaşadıklarımız bizi şaşırtmıyor artık.
GRAMSCI’Yİ
ZİNDANDA İMHA EDEN REJİMİN KARAKTERİ
İçine sürüklendiğimiz karanlık; ‘istibdat’ mı, ‘otoriter rejim’
mi, yoksa ‘faşizm’ mi, diye tartışmalar sürerken elim, kitaplarım
arasında sayfaları sararmış, yıpranmış Antonio Gramsci’ye (23 Ocak
1891/27 Nisan 1937) uzanıverdi. Bir
dönem ne çok okurduk İtalyan Komünist Partisi’nin kurucusu Gramsci’nin
ardında bıraktığı eserlerini.
Gramsci’nin kitaplarını karıştırır, üzerimize çöken bu rejimin yapısını
tam tariflemeye çalışırken; bu parlak
mücadele insanının kısa süren hayatından kesitlere de yeniden göz gezdirdim.
Gramsci, tarih, felsefe ve dil bilimi eğitimi almıştı. İlk gençlik
yıllarında da kendisini politikanın içinde bulmuştu. Mücadeleli geçen yıllar
sonrası yoldaşı Togliatti ile birlikte üyesi oldukları Sosyalist
Parti’yle yollarını ayırarak İtalyan Komünist Partisi’ni kurdu. 1922 yılında
Gramsci Komünist Enternasyonal’in 4. Kongresine katıldı ve yönetim kuruluna
seçildi. İşte tam o yıllarda kara bulutlar da İtalya’nın üzerini kaplıyor,
faşistler (Kara gömlekliler) iktidarı
ele geçiriyordu.
Gramsci, Parlamentoda Komünist
milletvekillerinin grup başkanı idi. Meclis kürsüsünden faşistlerin
girişimlerini, cinayetlerini bir bir ortaya seriyor, İtalyan kamuoyuna
açıklıyordu. Tam o sırada Komünist
Partisi, iktidarı ele geçiren Mussolini faşistlerince kapatıldı. 8 Kasım 1926’da da Milletvekilliğinden
ötürü dokunulmazlığı bulunan Gramsci, apar topar tutuklandı ve Ustica
Adası’na sürüldü.
1927 yılının Ocak ayında da “özel mahkeme” Gramsci’yi; “devletin güvenliğine karşı komplo kurmak, sınıf kavgasını körüklemek,
sınıf düşmanlığını kışkırtmak ve suç övgüsü yapmak”la suçlayarak Milano
hapishanesine gönderdi.
Roma’da 28 Mayıs’tan, 4 Haziran 1928’e dek süren yargılama sonunda
Gramsci 24 yıl,4 ay, 5 gün hapis cezasına çarptırıldı. Gramsci’yi, faşist
rejimin en berbat hapishanelerinden biri sayılan ‘Turi di Bari’ hapishanesine
gönderdiler.
Gramsci hapishanede iken partisi ile ilişkisini hiç kesmedi. Kendisini
okumaya yazmaya verirken, faşizme karşı halk cephesi kurulması
girişimlerini hapishaneden yönetti. İtalyan kültürünün klasik yapıtlarından
sayılan ünlü ‘Hapishane Defterleri’ni işte bu süreçte, (1929’dan 1935’e
dek) yazdı.
Ağır baskı ve kötü koşullar sonucu hapishanede hastalandı. Gramsci,
Mussolini’nin aracılar vasıtasıyla gönderdiği, kendisinden “af dilemesi, pişmanlık belirtmesi”
karşılığı tedavisine imkan vereceği mesajlarını elinin tersiyle itti. 27 Nisan
1937’de de öldü.
Ölümünün ardından odasında kişisel eşyalarını toplayan Gramsci’nin
baldızı, küçücük yazılarla doldurduğu 32 defteri kurtardı.
DEMİRTAŞ’I ZİNDANDA
TUTAN REJİMİN KARAKTERİ
Üzerimize çöken rejimin tanımını netleştirmek için, bildik klasik faşist
rejimlere ilişkin kaynaklara yönelirken; yeniden okuduğum Gramsci ve ona
yapılanlar, bana ‘değişen dünyada’
faşizmin ana hatlarını nasıl muhafaza ettiğini ve benzerliklerini bir bir
hatırlattı…
Bu yazıyı
kaleme alırken, ARTI TV, Halkların Demokratik
Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin
Demirtaş'ın tutuklandığı günden 13
ay 3 gün sonra, 7 Aralık günü nihayet
mahkeme karşısına çıkacağını; cezaevinde kaleme
aldığı, "Seher" adlı öykü
kitabının ise, 20 gün içinde 8 baskı yaparak satışının 100 bin adede ulaştığını duyuruyordu…
Haa, bir de HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Edirne F Tipi Cezaevi'ndeki odasında "Tweet"
araması yapıldığını!.. Ardından da, telefonla
bağlandığı Beyaz Show'da ‘Çocuklar
ölmesin’ mesajı verdikten sonra hedef haline getirilen ve 1 yıl 3 ay hapis
cezasına çarptırılan Ayşe Öğretmen’in
bebeğini cezaevinde doğuracağını.
*
* *
Tabii
dünya çok değişti, değişiyor. Eski bilgilerle yeni dünyayı açıklamak mümkün
değil. Bu doğru. Mesela, daha dün “devrim” niteliğinde bir gelişmenin
kaydedildiği açıklandı. Artık, dünya insanlarıyla iletişim kolaylaştı. Farklı
diller konuşan insanların, birbirleriyle konuşması, iletişim kurması çok daha
kolaylaşacak. Zira, Google 40 farklı dilde simültane çeviri
yapabilen kulaklığı üretti! Bu kulak kulağınızdaysa, ‘Google
Translate’ servisini kullanan telefonunuz aracılığıyla 40 farklı dilde
simültane tercüme sayesinde karşınızdakiyle çok rahat anlaşabileceksiniz…
* * *
İyi de, bizim ülkedeki rejimin adı
ne?..
Yalçın Ergündoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder