Ergenekon’un intikamı…
Yalçın Ergündoğan
--------------------------
“Romanı bir
cinayeti tasarlar gibi tasarladım. İyi hazırlanmış bir cinayetten daha mükemmel
tek şey varsa o da iyi kurulmuş bir romandır benim için. Yazıyla cinayet
arasında gizli tarikatların ayinlerini andıran, dışarıdakilerin asla
göremeyeceği korkunç bir benzerlik olduğuna inanırım, ikisi de tanrının
buyruğuna karşı çıkar, ikisi de hayatı yeni başlayacak bir hayat için sona
erdirir, ikisi de günahların en büyüğünü içinde barındırır.
Bütün
romancılar gibi ben de bir katil gibi soğukkanlıyımdır; günlerce, aylarca
usanmadan plan yapar, son darbeyi vuracağım yeri hiç acele etmeden belirlerim.
Kitaba
başladığımda son satır da kafamda hazır, dolu bir silah gibi patlayacağı ânı bekler.
Yavaş yavaş o ana doğru ilerlerim. Öbür insanlardan kopup ayrılarak, ancak
cinayet işlerken ve roman yazarken duyulan, korkularla, karanlıklarla,
ürpertici zevklerle, beklenmedik sürprizlerle, maceralarla, bin bir türlü
büyülü ayrıntıyla dolu o muhteşem yalnızlığın içine dalarım…” (Tehlikeli
Masallar, Roman, Kasım 1996, Can
Yayınları)
*
* *
O şimdi tutuklu.
445 gündür içerde.
O bir edebiyatçı.
Türkiye’nin en çok okunan, en sevilen, yapıtları pek çok dile çevrilmiş
yazarlarından önde geleni.
O bir korkusuz gazeteci aynı zamanda. Tıpkı babası
gibi. Üzerinde yaşadığı topraklarda, insanların mutlu, huzurlu, barış içinde,
eşit ve özgürce yaşamasını savunuyor. Türkiye’ye de tam demokrasinin gelmesi
için, bu ülke insanlarının da artık demokrasiyi tatması için mücadele ediyor.
Askeri vesayete
karşı en amansız, cesur mücadeleyi vermiş, ana akım medyanın “amiral gemileri”nin önüne geldiğinde,
görmezden geldiği darbe girişimi haberlerini kamuoyuna duyurmuş, Kürt halkına
yönelik katliam ve imha haberlerini es geçmemiş, üstüne gitmiş biri.
Ülkenin diğer
kıymetli yazarları, çizerleri, akademisyenleri, siyasetçileri, aydınları gibi o
da şimdi tutuklu. Hem de 445 gündür.
Dile kolay. Tıpkı yukarıdaki alıntıda paylaştığım roman kahramanına, ‘roman
yazarlığı’nı tarif ettirdiği gibi aynı kahramana ‘yalnızlığı’ da şöyle tarif ettirir Ahmet Altan: “Yanımda kimse olmadığından değil
yalnızlığım, yalnız olduğumu söyleyebileceğim kimse olmadığı için yalnızım ben…”
Hayatı boyunca demokrasinin kazanılması ve askeri
vesayetin boyunduruğunun kırılması için mücadele eden Ahmet Altan; bugün “darbe
destekçisi” olmak gibi gülünç ötesi, uyduruk iddialardan ötürü tutuklu.
Altan, önceki savunmalarında olduğu gibi (Bakınız; “İşkenceyle tehdit ederlerse, elini ateşe sok da konuş!..") tarihe not düşen, belge niteliği taşıyan, hesap
soran savunmalarından birini daha geçtiğimiz hafta yaptı.
Kerime Altan (anne), Zeynep, Ahmet ve Mehmet Altan |
“GÜLÜNÇ
OLAN BİR YARGI ÖLÜR”
Ahmet Altan bu kez, “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “terör propagandası”
suçlamalarıyla yargılandığı davada “Segbis” sistemiyle duruşmaya katılarak, ilk
kez hâkim karşısına çıkmış oldu. 5 Aralık günü İstanbul 26. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde görülen duruşmaya tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden savunma
yapan Ahmet Altan; “Ezip Geçmek” başlıklı köşe yazısındaki bazı ifadeler
nedeniyle yargılanıyordu. Ahmet Altan, sanığı
olduğu bir diğer dava olan “darbe davası”nda kardeşi Mehmet Altan, gazeteci Nazlı
Ilıcak
ve dört diğer sanıkla birlikte 11 Aralık Pazartesi günü yeniden hâkim karşısına çıkacak.
Savunmasında, yargının artık şeklî de olsa yargı olmaktan çıktığını etkili vurgularla ifade eden Ahmet Altan;
“Ezip Geçmek” başlıklı yazısından ötürü aynı mahkemede hem “Marksist bir örgüt
olan PKK propagandası” yapmakla hem de “FETÖ olarak anılan dinî bir cemaate
destek” olmakla suçlandığını belirterek, her iki iddianameyi de kabul
etmesiyle, mahkemenin bu durumu mantıken çelişkili bulmadığını ortaya koyduğunu söylemiş.
Gelin beraberce Ahmet Altan’ın bir edebi eser
tadındaki savunmasının şu bölümünü birlikte okuyalım:
“…Bir yazı düşünün ki hem
cumhurbaşkanına hakaret ediyor, hem PKK propagandası yapıyor, hem devleti ele
geçirmeye çalışmakla suçlanan dinî bir cemaati destekliyor, hem de askerî bir
darbeyi gerçekleştiriyor.
Ne yazı ama…
Böyle bir yazıya
herhalde edebiyat tarihinde de hukuk tarihinde de kolay kolay rastlanamaz.
Bence bu yazıyı
dünya turizmine açmalıyız.
Gelsinler de yazı
görsünler.
Böyle çok başlıklı
füze gibi dört ayrı hedefi aynı anda vuran bir yazıyı dünyanın hiçbir yerinde
göremezler çünkü.
Mantığın dışına bir
kere çıkınca artık tuhaflıklar bitmez… Bu yazıyla ilgili iddiaların tuhaflığı
da öyle hemen bitmiyor.
Ben bu yazıda
Diyarbakır’ın Sur mahallesinde hendek kazanlara “çocuk” dediğim için PKK
propagandası yapmakla suçlanıyorum.
Ama aynı zamanda
Sur mahallesini bombalayarak yıkan ve o “çocukları” öldüren generalle de aynı
askerî darbenin içindeyim başka bir iddiaya göre.
Beş gün sonra
burada o generalle birlikte darbe yapmaktan yargılanacağım.
Savcıların
iddialarına baktığımızda, ben bu yazıyla Sur’daki çatışmaların iki tarafını da
desteklemişim.
Hem generalle
birlikteyim, hem de PKK’yla.
Bakın, bu da öyle
kolay bulunacak bir durum değil.
Bir çatışma var ve
bu çatışmanın iki ucunda da yazdığım yazıyla yer alıyorum.
Bu ipe sapa gelmez
saçma sapan iddiaların mantıkî bir tutarlılığı var mı?
Yok elbette.
Bu örneklerle de
görülüyor ki bizim yargı sistemi, mantıktan ve gerçeklikten iyice kopmuş.
Gerçek ötesi bir dünyada dolaşıyor.
Artık bundan sonra Cinderella’nın pabucunu
çaldığım, Kırmızı Şapkalı Kız’ı yiyen kurtla işbirliği yaptığım, Pamuk Prenses’i kaçırdığım, Konuşan
Tavşan’la kumpas kurduğum için de yargılanabilirim.
Mantığın diri
disiplininden kopup saçmalığın gevşek balçığına yuvarlanmış bir sistemde her
şey mümkündür.
Peki neden bu
saçmalıklarla karşılaşıyoruz?
Cevap çok açık ve
net.
Bugünkü siyasi
iktidarı eleştiren herkesi susturmaya
ve cezalandırmaya çalışan bir güç var karşımızda.
Muhalif bir yazarı
cezalandıracak ciddi bir suç bulamadıkları için de saçmalık balçığında
yuvarlanarak, hukuk, mantık dinlemeden birbirinden garip suçlar uyduruyorlar.
Bu çaba, yargıyı
mantık dışı bir gülünçlüğe sürüklüyor.
Bir yargı her şey
olabilir ama gülünç olamaz.
Gülünç olan bir
yargı ölür!..”
* * *
Evet, Ahmet
Altan’ın
vurguladığı gibi, iktidarı eleştiren herkesi susturmaya ve cezalandırmaya
çalışan bir güç var. Bu gücü oluşturan koalisyonun ana unsurlarından biri de;
itibarı iade edilen “Ergenekon…”
Çok açık ki; Ahmet Altan’a yönelik yaşanan da
açık bir intikam!..
Rüşvet itiraflarının odağındaki eski Ekonomi
Bakanı Zafer Çağlayan'ın sosyal
medya hesaplarına iliştirdiği profil resmindeki not ise; gücü elinde tutan
‘intikamcı’ koalisyonun yarattığı ortamın en iyi özeti:
“La Tahzen! İnnallahe Meana. Üzülme! Çünkü Allah Bizimledir –Tevbe 40-”
Yalçın Ergündoğan
* * *
İLGİLİ HABER:
Türkiye'deki tutuklu siyasetçi ve muhalifler Fidelio operasında...
✓ 💢 Beethoven'ın 250. Yılı kutlanırken Bonn Operası "Fidelio"yu Türkiye'ye uyarladı. Hapisteki siyasetçi, gazeteci ve yazarlara özgürlük çağrısı yapılan operanın ilk sahnesi #AhmetAltan'ın "Dünyayı Bir Daha Görmeyeceğim" kitabından bir bölümle başladı.
(🎥 VİDEO haberin içinde...)
💢 Almanya'da Beethoven'ın 250. doğum yılı olması sebebiyle ilan edilen Beethoven yılında müzik tarihinin ilk gerçek politik operası Fidelio Türkiye'deki siyasi atmosfere uyarlandı.
Lösch'ün Fidelio'sunda Türkiye, muhaliflerin tutuklandığı, adaletin keyfi olduğu ve bu nedenle hapishanede insanların kaybolduğu bir devlet olarak sahneleniyor. Operada Ahmet Altan, Hozan Canê, Gönül Örs, Soydan Akay, Selahattin Demirtaş'ın yanı sıra tüm siyasi tutusaklar ve onların ailelerinin yaşadıkları konu ediliyor.
HABERİN DEVAMI: https://www.artigercek.com/haberler/turkiye-deki-tutuklu-siyasetci-ve-muhalifler-fidelio-operasinda
TÜRKİYE'DEKİ REJİM ÜZERİNE 7 MAKALE...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder