14 Aralık 2019 Cumartesi

Toplum olmamızı engelleyen ‘inkârcılık’ olmasın sakın?.. // Soykırım ve soykırımı inkâr üzerine…


Toplum olmamızı engelleyen ‘inkârcılık’ olmasın sakın?..



Nasıl böyle olduk? Neden bu kadar kısa sayılabilecek sürede toplum olma vasfını yitirdik. Nasıl bu kadar çabuk dağıldık, parçalandık. İnsan olma özelliklerimizi, ne kadar çabuk, ne uğruna terk edebildik. Nasıl olan bitene bunca duyarsız davranabiliyoruz. Vicdan neydi, nasıl bir şeydi? Hatırlayanımız var mı?
Tamam bizleri kutuplaştırarak, düşmemek için bisikletinin pedallarını hızla çevirmeyi sürdürmek isteyen bir “reis”imiz var.

İyi de, biz de nasıl hemencecik bu kadar kolay kutuplaşıp, un ufak oluveriyoruz. Buna bu denli hazır mıyız?
Geçmişteki çok ağır travmaların üstünün örtülmesi, çareyi “inkâr”da bulan illüzyonist “resmi ideoloji”miz mi bizi buna hazırladı yoksa?
Toplum olamayışımızın, un ufak olma halimizin durum tespitini uzun uzadıya belgelemek için elde sayısız örnek var. Ama ben, en yenilerinden bir kaçına kısaca değinmekle yetineyim.


AMBULANSA BİLE SALDIRILABİLİYOR

Son Fenerbahçe, Beşiktaş maçında nasıl birden bire bir spor karşılaşması bir kanlı çatışmaya dönüşüverdi. Beşiktaş Teknik Direktörü Şenol Güneş’e beyin sarsıntısı geçirtecek, başını yaracak sert cisimleri kastî olarak kimler attı. Pekiii, yaralıları taşımak için stat kapısına yanaşan ambulansa kimler saldırdı, camlarını taşladı. Neden? Sorgulamak yerine hemencecik “bu bir tertip” yorumunu kimler yaptı?...

* * *

Peki, çözüm sürecinin sona erdirilmesinin ardından yaşatılan acı olayları yaygın medyanın suskunlukla geçiştirmesine tepki veren Ayşe Öğretmen’e rejimin reva gördüğü cezaya ilişkin bir kesimin tavrına ne demeli?

Hatırlarsınız,  Kanal D’de yayınlanan Beyaz Show’da sarf ettiği “çocuklar ölmesin” sözleri nedeniyle, ‘Ayşe öğretmen’ olarak anılan Ayşe Çelik hakkında  ‘terör örgütü propagandası yapma’ iddiasıyla dava açılmıştı. Sonunda Ayşe Çelik kendisine verilen bir yıl üç aylık hapis cezasını çekmek üzere 6 aylık bebeği Deran ile birlikte cezaevine kondu.

Nasıl oldu da vicdanımız bu kadar köreldi de, bu cezaya, bu gözler önündeki işkenceye “ohh olsun”, “az bile” gibi tepkiler verebilenlerimiz oldu, oluyor? Neden böyle tutum alanlar azımsanmayacak bir sayıda?

* * *

Ağırlıklı olarak Ankara’da gerçekleşen ve doksanlı yıllardaki 'beyaz toroslar’ı anımsatan “zorla kaybetme / kaçırılma” olaylarının sonuncusu yaklaşık 5 ay önce Ankara’da gerçekleşti. Ümit Horzum Yenimahalle'de bir AVM önünden siyah renkli Transporter araçla “Gülen Cemaati” üyesi olduğu iddiasıyla kaçırıldı. Eşi Aynur Horzum Cumhuriyet Başsavcılığı’na, ardından da İnsan Hakları Derneği’ne başvuruda bulundu. Aylardır haber alamadığı eşinden haber almak için devlet yetkililerinden yardım bekledi. Ama tüm devlet kurumlarının kapısı yüzüne kapandı. Feryat etti. Kamuoyunda ancak küçük bir kesim bu feryadı duydu. Sonunda Emniyet Müdürlüğü; Horzum’un kendilerinde olduğunu eşi Aynur Horzum’a haber verdi.

Aynur Horzum,  avukatları ile birlikte Emniyet’e gitti ama; eşiyle görüştürülmedi. Eşi, ağır işkence gördüğü belirtilen Horzum’la ilgili gelişmeleri twitterden mesajlarla an be an kamuoyuna duyurdu.  
Bu mesajların altına eklenen yüz kızartıcı twitler, bu hukuksuzluk ve bir ailenin şu ya da bu nedenle acıya, zulme uğraması karşısında durumumuza ayna tuttu…

* * *

Peki ya bugüne dek bu denli geniş çaplı örneğine pek rastlamadığımız büyük yolsuzluklar, vurgunlar. Bunlar karşısındaki sessizliğimiz. “Çalıyor, ama çalışıyor” vurdumduymazlığımızın kökeninde ne var acaba?
Kafamızı, ellerimizin arasına alıp hiç düşünüp sorgulayabiliyor muyuz nedenlerini? Ya yakın geçmişimize bakmak aklımıza geliyor mu hiç?



24 NİSAN 1915 “BÜYÜK FELAKET”

Türkiye’de yaşayan büyük çoğunluk, 24 Nisan 1915’te neyin yaşandığını neden bilmiyor?
Neden bu coğrafyada, bu topraklarda aslında çok uzak olmayan bir tarihte yaşatılan büyük acı, “büyük felaket”, soykırım sürekli inkâr ediliyor?
Peki inkârla bir yere varılabildi mi? Bu ulus devlet, sınırları içinde yaşayan yurttaşlarına “öğrenmeyi”, “sorgulamayı” yasaklayarak nereye varabildi?
Nasıl oluyor da hemen hemen tüm dünya ülkeleri 24 Nisan 1915’i “Ermeni Soykırımı” olarak tanıyor da, sadece Türkiye’de “Milli Eğitim” tornasından çıkmış nesiller bu tarihi gerçekten bihaber.

Kitapsız filozof Sakallı Celal’in deyişi ile;  “bu kadar cehalet ancak eğitimle (mi) mümkün” sahiden? Ya da Tanıl Bora’nın katkısı ile “bu kadar cehalet ancak ‘milli eğitim’ ile mümkün” de ondan mı?..

* * *




Ermeni, Süryani, Yezidi bu toprakların, coğrafyamızın kadim halklarını zorla ana vatanlarından söküp atma, sürme, sürerken de yollarda imha, mallarına mülklerine el koyma ve bunun üstünü örtme, inkâr

Ancak yurt dışına doktoraya ya da yükseköğrenim görmeye giden Türkiyeli öğrencilerin bu gerçekle karşılaşmaları, kendi tarihlerini bir “şok” ile öğrenmeleri…
Bir kuşak öncesi büyüklerinden bu gerçeği bilenlerin ise; ya suça ortak olup, bugünkü servetlerine bu el koymaları sermaye ederek kavuşmaları nedeniyle suskun kalmaları ya da bilenlerin rejimin zulmünden korkmaları ile sessizliğe gömülmeleri…

Cumhuriyet’in ilanı ile eskinin tortusu ve ağır günahı üzerine inkârı tercih ederek kurulan bir rejim!

* * *

Sakın,  bizim sağlıklı toplum olamamıza, içten içe bizi kemiren, çürüten gizlenen bu  “sır”, bu büyük  ahlâksızlığın, katliamın üzerinin örtülmesi, gizlenmesi ve inkâr neden olmuş olmasın?!


Ne dersiniz? Geçmişle, gerçeklerle yüzleşerek hafiflemek, yeniden ahlâklı, vicdanlı, hesap soran, duyarlılık kazanmış bir toplum olmaya çalışmak mı,  yoksa un ufak olup vicdansızlığa teslim olmak mı?  Tercih bizim.
İnkâra devam etmenin, bizi bu noktaya getirdiği; vicdanımızı yok edip, “reislere” teslim ettiği ise ortada ve tartışma götürmez bir gerçek!..



[ Bu makale ilk olarak 23 Nisan 2018 tarihinde ARTI GERÇEK internet gazetesinde yayınlanmıştır:





                                                     ==========================





Soykırım ve soykırımı inkâr üzerine…


'Ermeni soykırımının inkârını cezalandıran' yasanın Fransa Parlamentosu'nda kabul edilmesi üzerine Türkiye’de kabartılan milliyetçi tepkilerle başlayan ‘soykırım’tartışması, Fransa Anayasa Konseyi’nin Şubat ayı sonunda, yasayı 'anayasaya aykırı' bularak iptal etmesi ile sönümlendi. 
Tabii şimdilik… 
Türkiye, Fransa’yı protesto ederken izlediği politika ile üstünü örtmeye çalışsa da özünde, gizliden ya da açıktan 'soykırımı inkâr etme hakkı' istiyor. Bu açıkça görülüyor. 
Aynı günlerde ’Hocalı Katliamı’ protestosu adı altında, Azerbaycan devleti ve T.C. desteği ile İstanbul’un göbeğinde, Taksim’de yaşanan ‘Ermeni düşmanlığı’ ve saldırganlık provası, sönümlenen protestoların kolayca tekrarlanabileceğini gösteriyor. 1915’in yaklaşan yüzüncü yıldönümünde, soykırıma karşı dünyada yaşanacak şekillenmeye tepki olarak, devletin izleyeceği tutumun da ipuçlarını veriyor.


* * *



Gerek tarih ile yüzleşme çerçevesinde olsun, gerekse de resmi tezleri savunma argümanı olarak olsun, Türkiye’de“soykırım” sözcüğü sıkça tekrarlanır oldu. Bugünlerde sıkça kullanır olduğumuz soykırım kavramının, (hatta sözcüğünün) kavramın tanımlanmasının ve BM'ce suç olarak kabul edilmesinin de, esas mimarı Rafael Lemkin'dir. 

Nazilerin yargılandığı Nürnberg davalarında, danışman olarak görev de yapan, bu görevi sırasında tüm ailesini Nazi 'Toplama Kampları'nda yitirdiğini öğrenen Lemkin’i, sanıldığı gibi gerçekten Nazilerin 'Yahudi Soykırımı' mı bu kavramın ortaya çıkmasına yönelik araştırma ve çalışmalara sevk etti?..


VE LEMKİN HUKUK EĞİTİMİNE YÖNELİYOR...

Polonya’da doğan Yahudi kökenli Rafael Lemkin (1900-1959) henüz 21 yaşında iken Ermeni Soykırımı'nın baş düzenleyicisi Talat Paşa'nın 14 Mart 1921 tarihinde öldürülmesinden ve ardından başlayan Berlin’deki'Tehlerian Davası’ndan çokca etkilenerek sürdürmekte olduğu filoloji eğitimini yarıda bıraktı ve hukukçu olmaya karar verdi.
Rafael Lemkin

Yani, anıldığının aksine Lemkin'i soykırım üzerine çalışmaya yönelten Yahudi Soykırımı (SHOAH) olmadı. Lemkin, “bir milyon masum Ermeni'nin toplu olarak öldürülmelerinden ve bunun cezasız kalmasından” çok etkilendi elbette ama, esas olarak Tehlerian’ın Talat’ı öldürmesi ve açılan davada beraat etmesini, “insanlık vicdanı adına, adaletin tecelli etmesi” olarak yorumladı.

Lemkin, dünyada ilk kez, "Génocide” (Jenosit) kavramını şekillendirdi. Adı geçen kelimeyi, eski Yunanca'da"Genos" (ırk / soy) ve "cide" (öldürmek/katletmek) kelimelerinin birleştirmesinden de Génocide (Soykırım) kelimesi ve kavramı doğdu.

Lemkin, hazırlaması kendisine Birleşmiş Milletler (BM) tarafından önerilen 'Soykırım Sözleşmesi'ni, esas itibariyle 'Ermeni Soykırımı'nın kendisinde bıraktığı derin izlerle şekillenen entelektüel birikiminin imbiğinden süzülen bilgilerle ortaya çıkardı.

Sonuçta, 'soykırım' kavramı, 9 Aralık 1948 tarihinde BM tarafından kabul edildi ve 'Biyolojik', 'Fiziki' ve 'Kültürel' 3 ana bölümde toplanan 'soykırım', uluslararası hukuka göre suç sayıldı.

'Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (SSECS)’nde kabul edilen şekliyle; “Ulusal, etnik veya dinsel bir 'grubu' kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla aşağıdaki fiillerden herhangi biri, Soykırım suçunu oluşturur:

a) (Ulusal, etnik veya dinsel) Gruba mensup olanların öldürülmesi;

b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;

c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;

d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbir almak;

e) Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.”




SOYKIRIM TEKNİKLERİ

Lemkin tarafından tanımlanan 'Soykırım Teknikleri' ise şöyledir:

» 1- Siyasi Soykırım: Hedeflenen grubun yerleşim bölgesindeki sokak, cadde, yerleşim yeri, mezra, il ve ilçe adları değiştirilir.

» 2- Sosyal Soykırım: Yok edilmesi planlanan grubun aydın ve entelektüelleri hedeflenir. Çünkü bu kesin, olası bir direnişin fikri önderleri olabilirler.

» 3- Kültürel Soykırım: Yerel halkın dilini kullanmasını, ana dilini konuşmasını yasaklama.

» 4- Ekonomik Soykırım: Grubun ekonomik gücü elinden alınır. Sadece hayatta kalmalarının önü açık tutulur. Kültürel gelişmesi engellenir, bu yolla ulusal konularıyla ilgilenmeleri engellenir.

» 5- Biyolojik Soykırım: Öngörülen grubun doğum yapması engellenir, aileler yetersiz beslenmeye tabi tutulur. Doğum kısıtlanır, yeni doğanlar da beslenemediklerinden ölür.

» 6- Fiziki Soykırım: Beslenme kısıtlanması ile ırkçı ayrımcılık, sağlığın ciddi tehdit altında olması, ilaç vermemek, grubun üyelerini insanlık dışı koşullarda telef olmaları amacıyla bir yerden bir yere nakletmek. Sistematik yok etme/öldürme.
» 7 Dinsel Soykırım: İbadethanelerin tahrip edilmesine göz yummak ya da bizzat tahrip etmek, ibadet yasaklamaları.

» 8- Moral Soykırım: İmhası planlanan grubun bireylerinin ulusal meselelerle uğraşmasını ve örgütlenmelerini yok etmek üzere, nüfusu uyuşturucuya ve alkolizme yöneltmek.



SOYKIRIMIN 8 AŞAMASI

1996 yılında Genocide Watch’ın (Soykırım Gözlem Örgütü) başkanı Gregory Stanton “Soykırımın 8 Aşaması”isimli bir rapor yayınladı. 

Bu raporda soykırımların “öngörülebilen" ve aslında "engellenebilir" 8 aşamada gerçekleştiği vurgulanıyor. Buna göre ‘8 aşama’ ve alınabilecek ‘uluslararası önlemler’ şöyle:

» 1- SINIFLANDIRMA: İnsanlar 'bizler ve onlar' diye bölünür. ÖNLEMİ: Erken aşamada alınacak başlıca önlem ayrımları aşacak evrensel kurumlar geliştirmektir.

» 2- SİMGELEME: Nefretle birleştiği zaman simgeler dışlanan grubun gönülsüz üyelerine dayatılabilir... ÖNLEMİ: Simgelemeyle mücadele için nefret simgeleri ve nefret sözleri hukuki olarak yasaklanabilir.

» 3- İNSANLIĞI İNKÂR: Bir grubun üyeleri diğer grubun insanlığını inkar eder. Grubun üyeleri hayvanlar, parazitler, böcekler ya da hastalıklarla özdeşleştirilir. ÖNLEMİ: Yerel ve uluslararası liderler nefret söyleminin kullanımını lanetlemeli ve kültürel olarak kabul edilemez ilan etmeli. Soykırıma teşvik eden liderlerin uluslararası yolculukları yasaklanmalı ve yurtdışı finans kaynakları dondurulmalı.

» 4- ÖRGÜTLENME: Soykırım her zaman örgütlüdür... Özel ordu birlikleri ya da milisler genellikle eğitilir ve silahlandırılır... ÖNLEMİ: BM soykırımsal katliamlara katılan hükümetlere ve kişilere silah ambargosu uygulamalı ve ihlalleri incelemek için komisyonlar kurmalı.



» 5- KUTUPLAŞMA: Nefret grupları kutuplaştırıcı propaganda yapar. ÖNLEMİ: Ilımlı liderleri emniyet altına almak ya da insan hakları gruplarına destek vermek şeklinde olabilir... Radikallerin darbe yapmasına uluslararası yaptırımlarla karşı çıkılmalıdır.   


» 6- HAZIRLIK: Yok edilecekler etnik ya da dinsel kimlikleri nedeniyle belirlenip ortaya çıkarılırlar. ÖNLEMİ: Bu aşamada soykırım "acil durum"u ilan edilmelidir.


» 7- İMHA: Girişilecek operasyon, bu katillerin gözünde "imha"dır. Çünkü kurbanlarının insan olduğuna inanmazlar. ÖNLEMİ: Bu aşamada soykırımı yalnızca hızlı ve yoğun silahlı müdahale engelleyebilir. Ağır silahlı uluslararası koruma gücü tarafından gerçekten güvenli bölgeler ya da mültecilerin kaçacağı yollar yaratılmalıdır.

» 8- İNKÂR: Failler genellikle, herhangi bir suç işlediklerini inkâr ederler. ÖNLEMİ: İnkâra ancak uluslararası ya da ulusal mahkemelerce verilecek cezalar/yaptırımlar ile cevap verilebilir...





* * *


Yalçın Ergündoğan
 X: @Y_Ergundogan    Threads:  @Yergundogan
Mastodon:  @Yergundogan    E-Posta: yalcin.ergundogan@gmail.com




[ Bu makale ilk olarak  'Lemkin, soykırım ve soykırımı inkâr...' başlığıyla Ocak/Şubat 2012 tarihli ALTÜST dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır:
http://www.altust.org/2012/04/lemkin-soykirim-ve-inkar/ ]




_____________________________________________________














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İZMİR'de ilk gösterim: Doğum gününde "Ahmed Arif'in Hasreti" belgeseli...

  İZMİR'de ilk gösterim: Doğum gününde "Ahmed Arif'in Hasreti" belgeseli... ✓ 21 Nisan Pazar günü yine Kültürpark'ın ...