Sabahları daktilonun tıkırtı sesiyle uyanmaya
alışkındı. Babası, günlük yazısını yazdığı için sabahları evdekilerle
fısıltıyla konuşmaya da… Daha sonraları ise, yıllar boyu aklından çıkmayacak
hikayeleri yatmadan önce, bazen sabahlara kadar babasından dinlemeye de…
“Yazı kutsaldır”, “yazıya ihanet etmeyin” ilkeleri de o
yıllardan aklına perçinlenmişti.
“…Babam geceleri çok geç uyurdu, evde olduğum zamanlar
ben de genellikle uyumazdım, ben on dört, on beş yaşlarındayken sabaha kadar
konuşurduk, bana Hegel’i, Marks’ı, Engels’i, Lenin’i, Feuerbach’ı anlatırdı,
Marksizmle Leninizm arasındaki farkı, emperyalizmin yorumlarını, bütün
görüşlerin açılarını ayrı ayrı değerlendirerek anlatmaktan yorulmazdı.
Bu konuşmaların arasına, daha sonra benim yazılarımda
da kullandığım, bütün hayatımı etkileyen hikayeler girerdi. ‘Kartaca
elçisi Roma imparatoruna bir mesaj getirmiş, şöminenin başında konuşurken
imparator elçiyi işkence yaptırmakla
tehdit etmiş, elçi elini şöminedeki
ateşin içine soktuktan sonra “özür dilerim majesteleri, ne diyordunuz,” diye
söze devam etmiş…’
Bu hikayeleri anlattıktan sonra onları yorumlamazdı ama
benim aklıma çakılırdı o sözler.
Seni işkenceyle tehdit ederlerse, elini ateşe sok da
konuş…”
Belli ki, babasının anlattığı hikayelerden gereken
hayat dersini almıştı. Düşündüğünü
yazıya dökerkenki hesapsızlığını ve şeffaflığını da…
“Babam hesapsız ve şeffaf bir adamdı. Bir keresinde, ‘Ben en gizli lafımı
Taksim’de söylerim,’ demişti.
Gerçekten
düşündüğü her şeyi yazardı, bu düşündüğünün kendisine neye patlayacağına hiç
aldırmazdı. Düşünüp de yazmadığı hiçbir şey görmedim.
Kendi
taraftarını kaybetmeyi göze alacak kadar büyük bir cesareti vardı, bu bizim
gibi ülkelerde çok az rastlanır bir özelliktir, karşı kampla dövüşecek cesur
adamlar her zaman bulunur, ama kendi taraftarlarını kaybetmeyi göze alacak
adamlar çok az çıkar…” (Yabani
Manolyalar, Everest Yayınları, Ocak 2017)
‘O’
ŞİMDİ TUTUKLU…
Kutuplaştırılmış,
birbiriyle düşmanlaştırılmış toplumumuzda, bir kesimce ısrarla yok sayılmaya,
görülmemeye çalışılsa da, siz kimden söz ettiğimi anladınız tabii.
O
şimdi tutuklu. Kendisi gibi tutuklu olan kardeşi dahil kimseyle
görüştürülmüyor. Belli ki, zindanların karanlığında, çürütülmek isteniyor. Tıpkı yüzlerce gazeteci ve kanıtsız, sorgusuz,
sualsiz aylardır içerde tutulan tüm muhalifler gibi.
Şimdi,
ilk gençlik yıllarında babasının anlattığı hikayedeki durumla karşı karşıya. Aklından hiç çıkartmadığı o hikayedeki gibi, boyun
eğmezse “işkence”ye, zindanda
tutulmaya devam edileceği tehdidi altında…
Belli
ki, babasının anlattığı hikayeden ‘aklına çakılan’ o sözler şimdi davranışlarını
belirliyor: “Seni işkenceyle tehdit ederlerse, elini ateşe sok da konuş…”
Belki
de bundandır, tarihe not düşen onurlu ‘savunma’sı, bir hesap sormaya
dönüşüveriyor…
“CİDDİ
BİR SAVUNMAYI HAK ETMEYEN İDDİANAME”
“İddianame
olduğu ileri sürülen, zekâdan ve hukuktan yoksun, ağırlaştırılmış müebbet gibi
heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen bu cılız metin ciddi bir savunmayı
asla hak etmiyor.”
“…Bu nedenle, iddianame olduğu söylenen bu köksüz ve
temelsiz metni parça parça ederek, baskının biteceği, hukukun geri geleceği
güne şimdiden bir belge bırakmak, bu iddianameye cevaben bir karşı iddianame
yazmak için anlatacağım anlatacaklarımı.”
“…Bu tür saçmalıklarla biz aylardır hapis yatıyoruz,
üstelik bir de müebbet hapis isteniyor hakkımızda.
İşte, bu duruma hukuk
deniyor bugün.
Bütün bunları böyle ayrıntılı bir şekilde anlatıyorum
çünkü bu savcının ve benzerlerinin nasıl bir pervasızlıkla insanların
hayatlarını kararttıklarını, görevlerini nasıl kötüye kullandıklarını herkes
görsün ve hukuk bir gün uyandığında bütün bunlar belge olsun istiyorum.”
“…Ben ilk defa yargılanmıyorum. 300’e yakın davadan
geçtim. Yazılarım nedeniyle yargılandım.
O yazıları kimin
emriyle yazmışım?
Kim bana bunca davadan geçmeme yol açacak yazıları
yazdırmış?
Askerî vesayetle kimin emriyle mücadele etmişim? Benim
AKP’yi eleştirmek için birisinin lafına mı ihtiyacım var? Son beş yıldır yanlış
politikalarıyla koca ülkeyi çökertmiş bir partiyi eleştirmek için neden bir
talimata gerek olsun?
Beni hapse atabilirsiniz, hukuku hiçe sayabilirsiniz
ama böyle terbiyesiz, saygısız davranamazsınız. İzin de vermem zaten.
Benim
kitaplarım milyonlarca okura ulaştı, 17 dile çevrildi, son
romanım ben hapisteyken peş peşe İtalya’da ve Amerika’da yayımlandı.
Ben bunca kitabı, izansız bir savcının
saygısızlıklarına muhatap olmak için yazmadım…”
“…Bizi hapse attırmak için kıvranıp duran savcı, biliyorsunuz
bizi önce o konuşmada ‘subliminal mesaj’ verdiğimiz gerekçesiyle gözaltına
aldırıp tutuklattı. ‘Subliminal mesaj’ gerekçesi sadece Türkiye’yi değil
bütün dünyayı güldürüp alay konusu olunca bu ‘subliminal’ lafı hokkabaz topu
gibi birden ortadan kayboluyor.
Sanki savcı hiç böyle bir iddia ileri sürmemiş, sanki
biz 12 gün Terörle Mücadele Şubesinin nezarethanesinde bu iddiayla tutulmamışız
gibi ‘subliminal’ lafı unutuluyor.
Onun yerine sahneye ‘siz darbeyi biliyordunuz’ iddiası çıkıyor. Savcının yazdığı
saçmalıklar tiyatrosunun yeni aktörü bu iddia oluyor.
Bir savcı, kanaatine göre, hissiyatına göre bir iddianame yazabilir mi?
Savcı öyle hissetti diye insanlar hapislerde yatabilir
mi?..” (Ahmet Altan’ın 22 Haziran 2017 tarihli savunmasından)
Çetin Altan ve çocukları; Ahmet, Mehmet, Zeynep... |
“DEVLET, EĞER
DEVLETSE…”
“…İnsanları akıl dışı suçlamalarla tutuklamanın bazı
zorlukları var Sayın Yargıç, ve şimdi siz o zorluklarla karşı karşıyasınız. Ya
“somut kanıt yok” deyip bu saçmalığa son vereceksiniz, ya “somut kanıtları”
göstereceksiniz ya da somut kanıtlar olmamasına rağmen “somut kanıtlar var” demekte ısrar ederek dürüstlüğünüzü ve
yargıçlık vasfınızı kaybedeceksiniz.”
“…Bir yıl önce Mehmet Altan’la birlikte “darbecilere subliminal mesaj verme”
suçlamasıyla gözaltına alındık. Sonra bu gülünç iddia ortadan kayboldu ve biz 15 Temmuz’da darbe yapmak ve hükümeti
silahla devirmeye kalkışma suçundan tutuklandık. Biz silahlı darbe
yapmışız. İsnat edilen suç bu. İddianın saçmalığının, isnat edilen suçun
büyüklüğünü bile aştığı bir dava bu.”
“Devlet, devletse bir insanı yargılamak için kanıtlara
ihtiyaç vardır. Sadece silahlı zorbalar insanları kanıtsız bir şekilde bir
yerlere kapatırlar. Eğer kanıtsız bir şekilde bizi yargılamayı ve hapsetmeyi
sürdürürseniz, yargıyı ve devleti yok
edeceksiniz. Çok ciddi bir suç işleyeceksiniz.”
(Ahmet Altan’ın 19 Eylül 2017 tarihli savunmasından)
* * *
Ve tabii, mahkemenin kararı
değişmedi. “Sanıkların tutukluluğunun devamına, dosyanın mütalaa için savcılığa
gönderilmesine, duruşmanın 13 Kasım 2017’ye ertelenmesine…”
Yalçın Ergündoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder