Elbette ‘özür diliyorum’
Diğer canlı türleri karşısında, insan türünün, kendini “en akıllı”, “en zeki” olarak tanımlayıp da, “kibirli” tutumunu sürdürmesinden sürekli rahatsızlık duymuşumdur. Türcülüğün, en az ‘cinsiyet ayrımcılığı’ ve ‘ırkçılık’ kadar tehlikeli olduğunu da her fırsatta vurguluyorum.
Kendi türümün, başka türlere uyguladığı eziyet, işkence, zulüm ve soykırıma karşı çıkan biri olarak, tereddütsüz kendi türümden insanlara yönelik yapılanları kınayan ve en hafifinden ‘özür dileyen’ bildirinin ilk imzacıları arasında yer aldım.
Tekrarlıyorum:
Evet, 1915'te Osmanlı Ermenileri'nin maruz kaldığı Büyük Felâket'e
duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu
adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını
paylaşıyor, onlardan özür diliyorum...
* * *
Bildiriyi imzaladık imzalamasına da, devletin
derinliklerinden destek alan bir saldırı
furyası da aldı başını gidiyor. Aleni yapılanların dışında özelimize gönderilen
“küfür, tehdit, karalama, aşağılama” mesajları da oldukça kabarık. Meğer “özür
dilenecek” bir şey yokmuş. Bu memleket hep “hoşgörü”yü barındırmış.
Yakın tarihte gözlerimizin önünde gerçekleşen , Maraş Katliamını, Çorum
katliamını, çok yenilerde de Sivas Katliamını yaratanlar ve onların
uzantılarından bu ifadelerin gelmiş olması ise ayrıca düşündürücü.
Konuyu TBMM’ye taşıyan Demokratik Toplum Partisi (DTP)
Siirt Milletvekili Osman Özçelik’i de kutluyorum. Özçelik, Meclis
kürsüsünden tepkiler arasında bakın neler söyledi:
"Mardin, Derik'te hiçbir günahı olmayan bir sürü Ermeni öldürüldü. Çapulcular ve jandarma eliyle çoğu zaman kitlesel bazı öldürmeler de oldu. Çoğu zaman Ermeni insanlar arka arkaya sıraya konuyor ve tüfeğin gücünü sınamak için insanların göğsüne sıkıyorlardı...” “3 kıtaya hâkim bir imparatorluk nasıl kurulabilir? Hiç mi hata yapılmadı, acı çektirilmedi?.. Nerede 1 milyon Ermeni? Nereye gitti bu insanlar? Nerede milyonlarca Süryani? Bunların hepsi bildiğiniz şeyler. Nasıl unuttunuz?"
"Mardin, Derik'te hiçbir günahı olmayan bir sürü Ermeni öldürüldü. Çapulcular ve jandarma eliyle çoğu zaman kitlesel bazı öldürmeler de oldu. Çoğu zaman Ermeni insanlar arka arkaya sıraya konuyor ve tüfeğin gücünü sınamak için insanların göğsüne sıkıyorlardı...” “3 kıtaya hâkim bir imparatorluk nasıl kurulabilir? Hiç mi hata yapılmadı, acı çektirilmedi?.. Nerede 1 milyon Ermeni? Nereye gitti bu insanlar? Nerede milyonlarca Süryani? Bunların hepsi bildiğiniz şeyler. Nasıl unuttunuz?"
Devletin tüm
kademelerinde ve esas olarak da toplumun vicdanı nezdinde ‘yüzleşmeye dönük’
tartıştırmayı başaran Www.ozurdiliyoruz.com
sitesinin yayına geçmesinin ardından pek çok site de tam tersi yönden imza
kampanyaları açtı.
Tehdit dolu içerikle şahsıma da gönderilen “Türk İntikam Birliği Teşkilatı” imzalı bir mesajdan öğrendiğim, “Ermeniler ve Kürtler Sürülsün” sitesinin kurulduğu bir ülkede “özür diliyoruz” kampanyasına gösterilen tepkiyi hem anlamak, hem de anlam verememek mümkün.
Tehdit dolu içerikle şahsıma da gönderilen “Türk İntikam Birliği Teşkilatı” imzalı bir mesajdan öğrendiğim, “Ermeniler ve Kürtler Sürülsün” sitesinin kurulduğu bir ülkede “özür diliyoruz” kampanyasına gösterilen tepkiyi hem anlamak, hem de anlam verememek mümkün.
Bir belge olarak, gönderilen mesajın başlangıç bölümünü sizlerle de
paylaşıyorum:
“Ulu Gök Tanrı'nın adıyla oku! Ulu Gök Tanrı dileğimi
kabul ve daim eyle! Ben Oğuz Boylu Bozkurt Soylu Türküm, yaşadığım ve sahibi
olduğum devlet Türkiye Cumhuriyeti. Kutsal Türk Devleti’nin kurucusu ve asli
unsuru olan ben, bu devleti Türklük ve Türkçülük esasları üzerine kurdum ve
sonsuza kadar yaşatma inancında ve azmindeyim. Birinci vazifem, Ulu Başbuğ
Atatürk tarafından Gençliğe hitabe de belirtilmiştir. Ben, Gençliğe hitabeden
aldığım emirler doğrultusunda ülkemi iç ve dış düşmanlardan korumak için Ulu
Başbuğ Atatürk’ün Bursa Nutkunda vurguladığı gibi ‘Elle, taşla, sopa ve
silahla: nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır’ esasına bağlı
kalacağım! Bu doğrultuda, Osmanlı’nın bize misafir olarak bıraktığı ülkemizin
kamburu Ermeni ve Kürt artıklar, ülkemde istenmeyen misafir konumundadır!
Devletimin kuruluşundan günümüze bu istenmeyen misafir konumunda olan Ermeniler
ve Kürtlerin bu ülkeye verdikleri zararlar haddini çoktan aşmıştır. Ermenilerin
başlattığı Özür diliyorum kampanyası verdikleri yüzlerce zararın sonuncusu
olmuş bardağı taşırmıştır. Kürtlerin konumu Ermenilerden farksızdır...”
Tamamına yer vermediğim “tehdit” bildirisi şu cümleyle
de bitiyor: “Ey Türk, Kutsal Türk Devleti'nin varlığını tehdit eden
kangrenleşmiş, kopartılıp atılması gereken Ermeniler ve Kürtler, Türk
topraklarının dışına sürülsün kampanyasına sen de katıl!..” www.ermenivekurtlersurulsun.tr.cx ve www.dusmanlarsurulsun.tr.cx
Yalçın Ergündoğan
[ Bu makale ilk olarak 23 Aralık 2008 tarihinde Sesonline.net internet gazetesinde yayınlanmıştır. ]
=============================
Gerçekler acıtır,
yüzleşme rahatlatır...
Yüzleşme
çoğu zaman insanı daha sağlıklı kılıyor. Bu yüzleşme, insanın kişisel tarihinde
yaşadıklarıyla, gündelik hayatında karşılaştırdıklarıyla da olsa; sonucundaki ‘gerçeği
bulma hali’, çok rahatlatıcı, hafifletici.
Üstelik hem fiziksel, hem de ruhsal açıdan. Hele, söz konusu olan, koca
koca toplulukların, toplumların tarihiyle yüzleşmesi ise...
Süreç hem çok
sancılı, hem çok uzun olabiliyor. Kolay değil tabii, yıllarca ve yıllarca beyinlerin
içine zerk edilerek pompalananın, ortaya çıkan gerçeklerle taban tabana zıt
olmasının kişilerde yarattığı yıkım hali. Ama yaşanan geçici yıkımın ortaya
çıkardığı ruh halinin, gerçeklerle yüzleşme sonunda yarattığı “arınma”
ve hafifleme...
*
* *
Merdiven
kenarlıklarına dizilmiş yanan mumlar, duvarlara asılmış kırıma uğramış dönemin
aydınlarının resimleri...
24 Nisan 2009 günü, İnsan Hakları
Derneği İstanbul şubesince düzenlenen “Ermeni
Aydınlar ve 24 Nisan 1915 / Tutuklandılar, Sürüldüler, Mezar Taşları Bile
Olmadı” temalı etkinliğin yapıldığı
Tophane’deki ‘Tütün Deposu Kültür Merkezi’nin daha merdivenlerini çıkarken
yaşadığım duygu seli de bu ruh halinin yansıması gibiydi.
Zorlu mücadelelerle
bir “tabu” yıkılmış, bu topraklar üzerinde, aslında çok da uzun sayılmayacak
bir süre önce yaşananlarla yüzleşme olanakları düne göre, biraz daha artmıştı
sanki.
Neden tutuklanmışlardı, neden sürülmüşlerdi, neden bir mezar taşları bile yoktu? O
zamanki nüfus yoğunluğu içinde büyük bir dilimi ifade eden 2 milyonluk
bir toplulukken, bugün nasıl 50 bin kişi kaldılar?.. (İstanbul
Patrikhanesi’nin 1913’te yaptığı nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu
yaklaşık 2 milyondu. Cumhuriyet dönemine intikal eden ve 170 bini Anadolu'da, 130 bini
İstanbul'da yaşayan Ermeni nüfusu 300 bindi.)
Hep sorulması aydınlanması gereken, tarihiyle
yüzleşmezse insanı çok rahatsız eden sorular, sorular ve acıtan gerçekler!..
Yakın
tarihi konusunda bu kadar ‘bilgisiz’ ve şişirilmiş yalan yanlış bilgilerle
donatılmış bir toplum sağlıklı davranabilir mi?
Kaçımız, insan yaşamı için uzak, fakat toplumsal olaylar açısından çok
da uzak sayılmayacak bir zaman diliminde yaşanan “1896, Osmanlı Bankası
baskınını” biliyoruz mesela? Örnekler çoğaltılabilir. (Merak edenler, Attila
Tuygan’ın Türkçe’ye çevirip, bizzat baskını yapan kişilerden biri olan Garo’nun anılarından yayına
hazırladığı Belge Yayınları’ndan çıkan “Osmanlı Bankası / Armen Garo'nun
Anıları” kitabına başvurabilirler.)
ABD BAŞKANININ AĞZINA BAKMAK
Her
yıl ABD başkanlarının ağzından “soykırım” tanımlaması çıkmasın diye
milyarlarca dolarlık bütçelerle lobi şirketlerine ülkenin kaynakları peşkeş
çekilen 24 Nisan’da gerçekte ne
oldu peki?
Yüzleşme, merak etmekle başlar elbette...
Merak
edenlerin ve gerçeklerle yüzleşmek isteyenlerin çoğalması için aşağıdaki
satırları, “Ermeni Aydınlar ve 24
Nisan 1915 / Tutuklandılar, Sürüldüler, Mezar Taşları Bile Olmadı” toplantısında
Av. Eren Keskin’in yaptığı sunumdan aldım.
“24 Nisan 1915 İstanbul tutuklamaları bir
toplumun tüm maddi ve manevi varlığıyla birlikte imha edilmesi sürecinin
başlangıcını simgeledi. 24 Nisan 1915’te
İstanbul’da, zamanın Osmanlı toplumunun, sanat, edebiyat, düşünce ve kültür
dünyasının en parlak temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 220 kişi
tutuklandı.
İlk önce Merkez Cezaevi olarak kullanılan Mehterhane’ye, ertesi gün
Sarayburnu’na götürüldüler ve orada kendilerini bekleyen bir gemiye
bindirildiler. Gemi onları Haydarpaşa tren istasyonuna götürdü. Oradan da
Anadolu’nun içlerine doğru yola çıkarıldılar. Kendilerine, nereye
götürüldüklerine ilişkin bir bilgi verilmedi. Geceyi Eskişehir’de geçirdikten
sonra doğuya doğru yolculukları devam etti. Bir grup Ayaş’a, bir grup
Çankırı’ya götürüldü.
Ayaş’a götürülen 70 kişiden 58, Çankırı’ya gönderilen 150
kişiden 81’i öldürüldü...
Öldürülenler arasında, döneminin önde gelen
entelektüelleri, eline kalemden başka silah almamış ve geriye bir mezar taşı
bile bırakmadan yok olup giden şairler, yazarlar, gazeteciler, doktorlar,
milletvekilleri vardı.
Onların yalnızca Ermeni dili, kültürü, düşünce ve bilim
dünyası için değil, o zamanın Osmanlı toplumu için de, bugün hepimizin
dünyası için de bir kayıptır...”
* * *
Gerçekler
acıtır, yüzleşme
ise, rahatlatır... Yüzleşme, bir toplum ve o toplumun siyasi
temsilcileri için, her yıl ABD başkanlarının ağzına bakıp “o kelimeyi”
söylememesi için çırpınmaktan ve dua
etmekten daha alçaltıcı değildir....
Yalçın Ergündoğan
[ Bu makale ilk olarak 28 Nisan 2009 tarihinde Sesonline.net internet gazetesinde yayınlanmıştır. ]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder